|
Metin Savaş
romancı, yazar
1965 yılında Balıkesir’de doğdu. Beş yaşındayken, ailesiyle İstanbul’a yerleşti. İlköğretimini Fatih ve Yavuzselim ilkokulları, Çavuşoğlu Özel Koleji ve Gelenbevi Ortaokulu gibi farklı okullarda aldı. Vefa Lisesi’ne başladı. Eğitimini yarıda bırakarak, çalışma hayatına atılmak zorunda kaldı.
Babasının iş dünyasında karşılaştığı güçlükler nedeniyle, doğduğu yer olan Balıkesir’e ailesiyle birlikte döndü. O dönemden beri hayatını esnaflık yaparak kazanmaktadır. Yirmili yaşlarında hikayelerden oluşan ilk yazılarını yazmaya başladı.
1995 yılında Türk Edebiyatı Vakfı’nın düzenlediği Ömer Seyfettin Hikaye Yarışması’nda Ninemin Türküleri adlı kısa öyküsüyle mansiyon ödülüne layık görüldü. 1998 yılında Orkun Dergisi’nin tertiplediği makale yarışmasında ikincilik aldı. Bu dönemden sonra ilk roman denemeleri yaptı.
1999 yılında İstanbul Tuzla Belediyesi’nin açmış olduğu roman yarışmasında Efendi Dayının Kozalakları adlı romanıyla birinciliği Ahmet Kekeç’le paylaştı. Söz konusu roman 2000 yılında kitaplaştı. İkinci romanı olan Politika’nın Yeşil Çeşmesi 2003 yılında yayınlandı. Zemheri Kuyusu yazarın üçüncü romanıdır.
Memleketi Balıkesir’de annesiyle birlikte yaşamaktadır.
ESERLERİ:
Melengicin Gölgesinde
Kargalar Derneği
Zemheri Kuyusu
Erlik
Çarşamba Karısı Cinayetleri
Dehşet Palas AVM
Baykuşlar Geceleyin Öter
Kuvayı Milliye'nin Hazinesi
Efendi Dayının Kozalakları
Yeşil Çeşme
ESER-AYRINTI
Melengicin Gölgesinde
Metin Savaş
Roman
Ötüken
İstanbul - 2008
Melendiç nedir? Gölgesinde neler olmaktadır?
Metin Savaş “Zemheri Kuyusu” etrafında kurduğu gizemli dünyanın insanlarına bu kez dokuz dallı Melengicin altından sesleniyor; taptaze bir nefes ve yepyeni sözlerle. Mahalli ile evrensel, kadimle aktüel, tarihle an buluşuyor. Perde aralanıyor; birbirine kayıtsız kaldığı zannedilen alemler birleşiyor.
Köhne bir konak… Konağı sarıp sarmalayan bir mahalle… Mahalleyi sarıp sarmalayan bir yatır… Temsil ettikleri hususiyetlere sadık kalmaya gayret eden canlı ve eşyalar… Kasabadan gelen bir konuk… Bir ay arayla aynı muhitte işlenen ve son cümleye kadar aydınlanmayan iki cinayet… Tefrika ve tevhid… Toplumsal hassasiyetlerin yeknesaklıktan uzak veciz ifadeleri… Roman merakı mütemadiyen gıdıklayan bir kurgu zekâsının eseri…
Melengicin Gölgesinde, yazarın gurbetten sılaya dönüşüdür. Sılaya, yani benliğimizde sürüp giden ezeli mücadelenin birbirine düşman kahramanlarının ilk örneklerine…
ESER-AYRINTI
Kargalar Derneği
Metin Savaş
Roman
Ötüken
İstanbul / Ekim - 2010
Durumdan vazife çıkarmayı kendine şiar edinmiş, kökü kadim zamanlara dayanan gizli bir teşkilâtın ve bu teşkilâta rakip olan unsurların peşinden koştuğu gizem dolu bir mukaddes emanet...
Söz konusu mukaddes emaneti aramak ve bulduktan sonra da ehil ellere teslim etmek gayretkeşliği içindeki birtakım insanların şahsî hayat tecrübeleri ve dramları...
Mukaddes emanetle kendi yazgılarının kesiştiğini öğrendiklerinde geçmişlerindeki sırları da açığa çıkıyor...
ESER-AYRINTI
Zemheri Kuyusu
Roman
Ötüken
İstanbul - 2005
Tuzla Belediyesi Roman yarışmasında “Efendi Dayı’nın Kozalakları” ile birinci olan yazarın ikinci kitabıdır. TYB Roman Ödülü sahibidir. Taşrada yaşayan fakat edebiyatımızın taşrasında olmayan yazar romanında birisi taşralı iki farklı aileyi ...
Yorumlar:
Metin Savaş’ın bu romanı, daha önceki deneme ve başarılarının ötesinde, edebiyatımız için önemli bir kazanım ve ümit olarak görünüyor. Kahramanın ağzından ve yer yer serbest bilinç akımı ile yazılan roman, bu tekniğin kullan...
Metin Savaş - Zemheri Kuyusundan bir alıntı sayfa 308-309
GÖRÜŞ
ENTELEKTÜEL CİHADIN ARAÇLARINDAN BİRİDİR EDEBİYAT!
Metin Savaş
Profesör konuğuna baktı. Fuat gözlerini genç kızdan tarafa kaçırdı. Hafif bir artçı sarsıntı apartmanı yokladı. Feride televizyona koşarak açtı. Ekranda Deprem Dede ulusa sesleniyordu. Kanal değiştirdi. Ekranda Batı ülkelerinden gelen kurtarma ekibi kılıklı ajanların çığırtkanlığı: “Kan örneklerini isterüz!” Kanal değiştirdi. Ekranda bir tartışma programının tekrarı. Millete yön veren kafalar çarpışmakta. Öyle olmuş böyle olmuş. Öyle olmasaydı böyle olmazmış. Böyle olmadığı için öyle olmadı. Kimin ne dediği belli değildi. Bir taraf depremden ötürü Cumhuriyete yükleniyordu. Hımmm… Demek ki Osmanlı’da tabiat bile itaatkârmış. Kimse kimseye zulmetmemiş. Güneş Devlet. Diğer taraf Osmanlı’ya veryansın ediyordu. Medreseden pozitif bilimler sürgün edilmeseymiş depremde daha az kayıp verir- idik- mişiz. Fâtih Sultan Mehmet despotmuş, çünkü İstanbul’un fethine girişmeden önce Bizans halkı arasında referandum yapmamış. Çüş artık! Sayın Bizans halkı, imparatorluğunuzu yıkmak istiyoruz, ne dersiniz? Ne desek bilmem ki, çağ kapatıp çağ açacaksanız evet deriz. Sayın ekümanik patrik, melekler dişi midir yoksam erkek mi? TC’ye kurşun sıktım lan! TC’ye TC dedim lan! Fuat Profesörün gür sesiyle irkildi.
- Hay nâmussuz! İnadına TeCe diyor! Haysiyetsiz! Sallandıracaksın bunları! Bak a Fuat.. kulağına küpe olsun ki.. bu Cumhuriyet devlet-i ebed müddetin bir halkasıdır. Bunların dertleri Cumhuriyetle falan değil.. rejimle de değil.. Bunların dertleri ebed-müddet felsefesiyle. Biz 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisini kurmakla bin yıl önce yitirdiğimiz Oğuz Devletini ihyâ etmiş olduk. Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Bayındırlık Bakanlığı… Anladın mı? Karaman- oğlu Memet amcanın yapamadığını, şehit Genç Osman’ın düşündüğünü, Abdülhamid babanın düşlediğini yaptık. Meşrutiyetle başlayan askerî demokrasi hareketinin kökünde dahi Oğuzluk yatar. Çünkü Oğuz devletinde de bozkır töresine özgü askerî demokrasi vardı. Nasrettin Hoca göle niçin maya çalmaya uğraşıyordu? Erki Han yönetimi devraldığında üç havuzdan birini arakla, birini kımızla ve birini yoğurtla doldurtmuş idi. Altay Türkleri süt kadar beyaz gölde kut bulunduğuna inanırlar. İşte Nasrettin Hoca'nın çabası! Daha neler yapacaktık… Türk Uzay Kurumu, Türk Düşünce Kurumu, Türk Toplumbilim Kurumu… Değil mi evlâdım? Kayseri teyyâre fabrikamızı, bu fabrikanın yan kuruluşlarını neden kapattırdılar? Devrim otomobiline benzin koymayı unutmuşlar ha! Allah bilir ne dolaplar dönmüştür. Düşünsene, Devrim fabrikasyon üretime geçse idi, Anadol hasıraltı edilmese idi Avrupa bize ne kakalayacaktı? TC’nin Türklüğünü sulandırmasalar idi biz şimdiye Mars’a bile gitmiştik. İşte birileri bunun önlemini aldığı için öyle olmadık da böyle olduk. - Profesör ekrandan çektiği öfkeli gözlerini konuğunun gözlerine dikti- Yaz bunları Fuat! Dokuz köyden kovulacağını bilsen de yaz!
- Fakat hocam.. Bana diyecekler ki.. Ey, Fuat Çınaraltı! Sen roman yazmıyorsun; sen siyaset yapıyorsun! Hocam, bana diyecekler ki..
- Bırak desinler! Bırak dokuz köyden kovsunlar! Biz Dokuz Oğuzların torunlarıyız. Biz bir ölüm kalım savaşına hazırlanıyoruz. Böyle bir ortamda ne yazmalıyız? Aşk meşk mi? Pembe roman mı? Aydın bunalımı mı? Bay entelektüel halkıyla niçin anlaşamıyor! Vah canım, pek üzüldüm… Hidâyet romanı mı? Ateist Olga nasıl müselman oldu! Heyt yavrum… Romanda siyaset yapılmazmış! Niçin? Çünkü sanat sanat içinmiş! Ulan eşek sıpaları.. mekanizmin hâkimiyetine direnmek yolunda romanı düşünce silâhı mâhiyetinde kullanmayacaksak ölelim daha iyi. Entelektüel cihadın araçlarından biridir edebiyat.
HABER
‘Zemheri Kuyusu’nda kim yok ki!
Zaman 31 Ocak 2011
İlk kitabı 2000 yılında basılan bir yazar Metin Savaş… O günden bugüne kadar yayımlanmış beş romanı var. Hayatını Balıkesir’de esnaflık yaparak idame ettiriyor. İlk kitabı olan “Efendi Dayı’nın Kozalakları” ile Tuzla Belediyesi Roman Ödülü’nü kazanmış. Bu yazının yazılmasının esas sebebi ve amacı olan Zemheri Kuyusu da Türkiye Yazarlar Birliği’nin, 2005 yılında Roman Ödülü’ne lâyık gördüğü kitap…
Metin Savaş’ın edebiyat çevreleri tarafından sınanmışlığına rağmen kamuoyunca az bilinmesi son dönemlerde edebiyatın magazin karşısında yenik düşmesinin bir sonucu olarak birçok başarılı yazarın başına gelen bir hadise. Kitaplar edebî değerlerden ziyade maddî değerlerin üstünde yükselmeye başladığından kimi zaman başarılı yazarları kuru kalabalık arasında fark etmek zor oluyor.
Yazarın son üç kitabını basan Ötüken Neşriyat’ın yaşadığı dağıtım/pazarlama sorunları, daha genel bir ifade ile maddî değerler ile birlikte edebî değerlerin önüne geçen ideolojik kaygılar da Metin Savaş’ın geniş bir okuyucuya ulaşmamasının sebeplerinden…
Zemherî Kuyusu
Zemheri Kuyusu ilginç bir kurguya sahip… Nevrotik bir hasta olan Fuat’ın bir psikologa gitmesi ile başlayan roman post-modernist öğelerle bezeli. 17 Ağustos depreminden, 10 Temmuz 1894 depremine uzanan bir hikâye bekliyor okurları. Okurlar, kitabın kapağını görüp kasvetli, korkutucu bir romanla karşılaştıkları hissine kapılabilir. Bunu belki kitabın kusurlarından biri sayabiliriz zira son derece samimi, neşeli ve yer yer güldürücü bir roman Zemheri Kuyusu… Buna rağmen kitabın bazı sahneleri ile üzücü ve mistik bir dokuya sahip olduğunu da belirtmiş olalım. İnsanı yormayan bir dil ile örülen ilginç olaylar, okuru yüzyıllık bir zaman diliminde mekândan mekâna, şehirden şehre, hatta ülkeden ülkeye sürüklüyor.
Romanda kimler yok ki!
Romanın ilginç bir kurguya sahip olduğunu söylemiştim. Mesela siz hiç İbiş ve Deli Dumrul’u bir romanda gördünüz mü? Ya da Peyami Safa’nın bir roman sahnesinde oturum yönettiğini… İsmet Özel ve Fuzûlî’nin karşılıklı konuştuğunu… Şeyh Gâlib’in ‘f klavye’den bahsettiğini…
Bu romanda bunları görmek mümkün… Dahası Necip Fazıl, İbn Haldun, Nurettin Topçu, Fuzûlî, Erol Güngör, Henry Bergson da bu romanın karakterlerinden.
Kitabın yayıncısı, eleştirmen ve okur da zaman zaman kitapta kendine bir yer bulmuş. Onların fikirleri de kitapta dile geliyor. Hatta Keloğlan ve Molla Kasım’ın fikirleri de… Eleştirmenin ve yazarın konuşturulduğu bölümlerde yazarın, kitaba gelecek tüm eleştirileri önceden sezip, bilinçli bir şekilde hareket ettiği anlaşılıyor.
Bazı yerlerde romana dair eleştirilere de esprili bir dille yer veriliyor hatta:
“Keloğlan: Ben masallarda bile böyle kurgu yaşamadım.”
“Molla Kasım: Bu densiz romanın sahifelerini yırtıp yırtıp dereye atmalı.”
Post-modernist öğeler
Zemheri Kuyusu’nda bilinç akışı, metinlerarasılık, alaycılık, üstkurmaca, parçalılık, parodi, zaman ve mekân karmaşası gibi post-modernizmin birçok öğesini görmek mümkün.
“Serbest şuur akımı” da denen “bilinç akışı” tekniği, anlatıcı durumundaki karakterin düşüncelerinin gerçek düşüncelerde olduğu gibi tamamlanmadan, kesik kesik, çağrışımlarla sürekli yeni konulara atlayarak yansıtılması, gösterilmesidir. Zemheri Kuyusu’nda da bilhassa Fuat’ın daldan dala atlayan, en ufak bir nesne yahut kelime ile bambaşka âlemlere geçen fikirleri okura bu yöntemle gösterilmektedir. Bu da romanın akıcı ve sürükleyici bir üsluba sahip olmasının sebeplerinden biri…
Birçok başka edebî esere de göndermelerde bulunularak post-modernist anlatıların önemli özelliklerinden biri olan “metinlerarasılık” Zemheri Kuyusu’nda kullanılmış. Gerçekten o eseri hatırlatmak maksatlı ya da alaycı bir üslupla parodisini yaparak yani “tahrif edici bir taklit” ile başka eserlere yapılan göndermeler dikkatli okurların gözünden kaçmayacaktır.
Okurların gerçek ve kurguyu birbirine karıştırması için yapılan “üstkurmaca” da bu eserde görülen post-modernist tekniklerden… Romanın içinde, roman yazan bir karakteri barındıran Zemheri Kuyusu’nda yaşananları okurken bir yandan da karakterin yazacağı romanı okumuş oluyoruz. Bazen romanı yazan karakter doğrudan okuyucu ile konuşup gerçek ve kurmacayı birbiri içinde iyice karıştırıyor. Bu da okuyucuyu tekdüze bir roman okumaktan kurtarıyor.
Osmanlı Türkçesi, Öz Türkçe, günümüz Türkçesi aynı kitapta
Romanda kabaca iki dilden söz edebiliriz. Biri günümüzde yaşanan olayların; diğeri de 1894 depreminde yaşananların anlatıldığı zamanda kullanılan dil… Yazar, günümüzdeki olayları anlatırken günümüz Türkçesini kullanırken, 1894’e uzandığında anlatıcının dilini ağırlaştırıp Osmanlı Türkçesinden kelimeleri kullanmış. Böylelikle okurda kahramanlarla birlikte günümüzden 1894’e gittiği hissi kuvvetlenmekte…
Dilin bu zengin kullanımının romanın her bölümünde görmek mümkün. Yine postmodernizmin getirdiği bir özellik olan “parçalılık” bu şekilde sadece kurguya değil, dile de yansıtılmış. Farklı dönemlerde konuşulan diller kitabın farklı bölümlerinde ağırlıklı olarak kullanılırken bazen de bunları art arda gelen cümlelerde yahut aynı cümle içinde de görmek mümkün. Kitapta art arda cümlelerde günümüzde pek kullanılmayan öz Türkçe kelimelerle Osmanlı Türkçesinde kullanılan kelimelere birlikte rastlanılmasının bilinçli bir tercih olduğu, romanda anlatıcının bu gibi teknik meseleler hakkında kendi kendine konuştuğu bölümlerden anlaşılmaktadır.
Ayrıca zaman zaman bir kelimenin ardından eş ve yakın anlamlı kelimelerin de kullanılması zengin bir dil oluşmasında etkili. Romanda bu gibi kullanımların ardından anlatıcı ‘Türkçenin ifade zenginliği’nden söz ederek yazarın bunu yapmaktaki amacını açıklamış oluyor.
Zemheri Kuyusu'nun kusuru mu artısı mı?!
Romanda fazlaca fikir bulunması bir kusur olarak görülebilir. Zaman zaman sadece bir fikri okuyucuya aktarmak için romanda bir karakterin araç olarak kullanıldığını görmek mümkün. Ancak yukarıda belirttiğim gibi yazar bu gibi eleştirilerin geleceğini de hesap etmiş ve romanda buna da cevap vermiş. Aklınızdaki eleştiriye aniden cevap verilmesi, yazarın okuru takip ettiği ve roman boyunca ara sıra ortaya çıkarak onunla konuştuğu hissini doğuruyor.
Mesela anlatıcının bir sayfalık nutkundan sonra, “İşte böyle… Kendisini filozof zanneden yazardan inciler dinlediniz… Şimdi reklâmlar…” demesi bunun örneklerinden biri. Bunun ardından ilerleyen sayfalarda ise böyle bir eleştiriye karşı başka bir karakterin, profesörün, ağzından savunma yapılıyor:
“… Biz bir ölüm kalım savaşına hazırlanıyoruz. Böyle bir ortamda ne yazmalıyız? Aşk meşk mi? Pembe roman mı? Aydın bunalımı mı? Bay entelektüel halkıyla niçin anlaşamıyor! Vah canım, çok üzüldüm… Hidâyet romanı mı? Ateist Olga nasıl müselman oldu! Heyt yavrum… Romanda siyaset yapılmazmış! Niçin? Çünkü sanat sanat içinmiş! Ulan eşek sıpaları… Mekanizmin hâkimiyetine direnmek yolunda romanı düşünce silâhı mâhiyetinde kullanmayacaksak ölelim daha iyi. Entelektüel cihadın araçlarından biridir edebiyat.”
Bu kitap okunmalı
Yeniliklere açık bir okursanız bu kitabı bir kenara not edin. Yazın uzun günlerinde yahut kışın uzun gecelerinde tam da Zemheri günleri dün bitmişken canınız bir kitap okumak istediğinde ne okusam diye düşünürseniz aklınıza “Zemheri Kuyusu” gelsin. Vaktinizi zayi etmeden, ilginç ve özgün bir kitap okumuş olmak için kitaplığınızda bir Zemheri Kuyusu bulunmalı ve belki de diğer Metin Savaş kitapları…
Kitaba ulaşmaya niyetlenenlere bir not: Elbette kitaplığınızda bulunması için bu kitabı edinmeniz gerekecek. Tecrübe ile sabit ki kitapçılarda bulmanız mümkün olmayabiliyor. Bunun için en uygun yol bu yazıya da ulaşmanızı sağlayan internet…
Zemheri Kuyusu, 391 Sayfa, Ötüken Neşriyat
HAKKINDA YAZILANLAR
Bakkal dükkânından yedi roman çıkardı
AHMET BALCI
8 Temmuz 2014
Yıllarca Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nin karşısında bakkal dükkanı işletti, bir yandan da kendini kitaplara adadı. 2005 yılında TYB Roman Ödülü alan Metin Savaş, o küçük mekanda yedi roman yazdı. Şimdi ise bir İstanbul üçlemesi üzerinde çalışıyor.
O, taşranın toprağında yeşeren bir roman bahçesi. İkinci bir Sabahattin Ali. Birçokları tarafından Kürk Mantolu Madonna'daki Raif Efendi'ye benzetiliyor. Edebiyat ortamlarının uzağında kalması da içe kapanık kişiliğinden kaynaklanıyor. Yıllarca Zağnos Paşa Camii'nin karşısında bir yandan bakkal işletti bir yandan da kitaplar okudu. Yerel bir gazete fotoğrafını basana kadar kimse yazar olduğunu bilmiyordu. Şimdilerde, vaktinin çoğunu Balıkesir Türk Ocağı'nda akademisyenler, öğrenciler ve ocağın müdavimleri arasında önceki hayatına nazaran daha sosyal bir ortamda geçiriyor. "Zemheri Kuyusu" adlı romanı 2005'te Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü'nü almıştı. En son yedinci romanı "Milli Mücadele'nin Hazinesi"ni yayımlayan Metin Savaş, şu sıralar İstanbul üçlemesi için çalışıyor. Birinci kitap hazır, yayıncısına teslim edilmek üzere hazır; ikinci roman üzerinde düşünmeye başlamış.
Metin Savaş, romanlarında Türk mitolojileri ve geleneklerinden çokça yararlanıyor. Modern dünyaya karakterler aktardığı gibi, modern hayatın insana yaşattığı durumlardan da besleniyor. Örneğin "Erlik" romanı, eski Türk anlatılarında iyilik ve kötülüğü simgeleyen Körmesler ve Arkarlar üzerinden Balıkesir'e yerleşen kadın bir hikâyeci ile tek başına yaşayan bir adamın hikâyesine odaklanıyor. "Kargalar Derneği"nde, büyükşehirde bir yerel gazetecinin modern hayatı ile eski Türklerin Amazon kadınlarını andıran Çömçe Gelin karakteri şaşırtıcı bir doğallıkla kesişebiliyor. Savaş, romanlarında fiziğin dışına çıkmaktan çekinmiyor. Bilinç akışı, romanlarının çoğunda önemli bir yer işgal etse de birçok teknik arasında dolaşıyor.
ASLINDA TÜCCAR OLACAKTI AMA...
Aslında Savaş, yazar olabileceğini pek düşünmüyordu. Küçük yaşlarda kitaba ilgisi vardı. Dayılarının evinde bulunan Tercüman ve MEB temel eser serilerini hatmederek başladığı okuma macerasına, babasının cebinden para aşırıp Beyazıt Sahaflar Çarşısı'ndan kitaplar alarak devam etti. Tüccar olan babası, yıllar sonra bu küçük hırsızlığın farkında olduğunu fakat kitap aldığı için bir şey söylemediğini itiraf etmişti. İlk yazarlık deneyimi, yeğenlerine okumak için yazdığı masallar. Şimdi o yeğenler büyümüş ve onlardan bazılarının çocuklarıyla, romanlarını tartışıyor. Daha sonra kısa hikâyeler yazmaya başlayan Savaş, birkaç dergide hikâyelerinin yayınlanmasıyla cesaretlenip ilk romanı "Efendi Dayı'nın Kozalakları"nı yazdı. "Yeşil Çeşme"de olduğu gibi büyük dayısının anlattıklarından ilham alan bu romanı Tuzla Belediyesi'nin roman yarışmasında birinci olunca romancılığa devam etmeye karar verdi.
Sürekli okudu. Özellikle sosyoloji ve psikoloji, romanlarında izleri görüleceği üzere, okuma iştahının yoğunlaştığı alanlardı. “Okusaydım sosyoloji bitirmek, akademisyen olmak isterdim.” diyor. En çok beğendiği romanının, Türk insanının hayatını mercek altına alan "Melengicin Gölgesinde" olduğunu söylüyor. Çocukluğu Fatih Çarşamba'da geçen yazar, Vefa Lisesi'ni birinci sınıfı geçemeyince terk etti. Tüccar olan babası, hayatı öğrensin diye onu bir İtalya seferinde yanında götürdü. Venedik'te bir pansiyona bir yıllığına, pansiyon sahibi kadının gözetimine bırakıp Türkiye'ye döndü. "Zemheri Kuyusu"nda geçen Venedik dekoru, bugünlerden izler taşıyor. Savaş, “Belki şimdi bile gitsem, Venedik'in sokaklarını tanırım. Biraz içine kapanık olduğumdan çok kimseyle konuşmadan şehri dolaşırdım. İtalyancayı çok iyi öğrenemedim, sonra unuttum.” diyor. Ancak, bir yıl olarak planlanan Venedik macerasına üç ay dayanabilir Metin Savaş. Babasının işleri bozulunca, ailesiyle birlikte Balıkesir'e dönüp yaklaşık 30 yılının geçeceği Zağnos Paşa Camii'nin karşısındaki dükkânda bakkal işletmeye başlar. 2012 yılında emekli olduğu bakkalın yerinde artık bir kıraathane var. Onun arka tarafında yer alan, bir kısmı yıkılmış yapı ve bahçe ise "Zemheri Kuyusu"ndaki konağın ilhamını veren mekânlar.
Metin Savaş, şimdi 50 yaşında. Hiç evlenmedi. Annesi ve babasıyla Balıkesir'de mütevazı bir hayat yaşıyor. Seyahat etmeyi sevmediği için Balıkesir'den dışarı pek çıkmıyor. Romanlarıyla ve aslında biraz da romanlarda yaşıyor.
www.biyografi.net (Binlerce Biyografi) |
|
|
|