Osman Altuğ
akademisyen, iktisatçı



1946 yılında Yozgat'ın Aşağı Nohutlu Mahallesi'nde doğdu. İlkokul 4.sınıfa kadar Yozgat'da Sakarya İlkokulu'nda okudu. Ailesi, babasının sağlık sorunu ve ticaret gayesiyle İstanbul'a taşındı. İlkokulu İstanbul Cankurtaran İlkokulu'nda, Ortaokulu İstanbul Erkek Lisesi'nde tamamladı. Daha sonra Beyoğlu Ticaret Lisesi'ne kaydoldu. Ticaret Lisesi'nde hem okudu hem de çalıştı. İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni bitirdi. İhtisas Muhasebeleri kürsüsü'nde asistan oldu. 1972 yılnda doktor, 1978 yılında doçent oldu. 1988 yılında Marmara Üniversitesi'nde profesör oldu.





SÖYLEŞİ

Sayın Altuğ, sizin dilinizden kendinizi bize tanıtır mısınız?

Bana hayatımın en zor sorusunu sordunuz. Ben daha beni bilemedim. İnsanoğlu en fazla ana rahminde rahat eder. Bu sorunuzla beni 1946 yılında doğduğum Yozgat'ın Aşağı Nohutlu mahallesine götürdünüz. İlkokul 4.sınıfa kadar Yozgat'da Sakarya İlkokulunda okudum. Yozgat'ta evimiz hükümet konağının yanındaydı. Rahmetli dedem kurtuluş savaşına katılmış. Ölümle burun buruna gelmiş. Babam evin bir oğlu olduğundan yanından ayırmak istemiyor. Tarla, tahıl, bağ ve bahçe bol. Ancak Babamın sağlık sorunu ve ticaret gayesiyle İstanbul'a taşındık. İlkokulu İstanbul Cankurtaran İlkokulunda, Ortaokulu İstanbul Erkek Lisesi'nde tamamladım. Daha sonra Beyoğlu Ticaret Lisesine kaydoldum. Ticaret Lisesinde hem okudum hem de çalıştım. Fabrikada çalışırken, üretmeyi ve paylaşmayı öğrendim. Okulları hep birincilikle bitirdim.

ORTA ANADOLU BETONDUR

Yozgat tarihe isyan hareketleriyle geçmiş bir ilimiz. Siz de çikişlarinizla bu isyancilardan biri misiniz?

Orta Anadolu betondur. Anadolu insanı sabırlıdır. Sabırlı olduğu için yük devamlı buraya biner. Ancak sabrı taştığı anda her tarafı yakar ve yıkar. Büyük isyanlar Yozgat'tan çıkmış. Sizin söylediğiniz manada bir isyancı değilim. Benimkisi başka bir isyan...

Size çağdaş isyancı diyebilir miyiz?

Evet. Öyle diyebiliriz. Aslında ben çaresizlerin çaresi ve isyanıyım. Bütün okulları birincilikle bitirdim. Girdiğim sınavlardan da birincilikle çıktım. Benim hayatımın hiç bir noktasında koltuk değneği yoktur. Kimseden destek almadım. Uzun yıllar lisanslı olarak top koşturdum. Futbolda ki deneyim bana ekip çalışmasını öğretti. Nasıl gol atılacağını öğretti. Kayak yaparım ve yapmayı da severim. Kayak sporu yoluyla da, dağ, taş, dere tepe kimseden yardım almadan gitmeyi öğrendim.

Türkiye'de yapılan işçi ile işveren arasındaki ilk toplu sözleşmede benim imzam var. Ticaret Lisesi'ni yeni bitirmiştim. Ancak diplomamı henüz almamıştım. Fabrikada çalışıyorum. Fabrika müdüründe patronu vekalet eden belge yokken ben de vardı. Bu bir güven meselesi. Türkiye Tekstil Sendikasına bağlı 175 işçi ile işvereni temsil eden ben İstanbul Ticaret Odası'nda Türkiye'nin ilk toplu sözleşmesine imza attım.

Fabrikada çalışıp üretirken, üniversitede okumayı düşünmüyordum. Üniversitede okumayı aptallık olarak görüyordum. Üretiyor, mal satıyor ve kazanıyordum. Çünkü param vardı, arabam vardı, neden üniversitede okuyacağım diye düşünüyordum. Daha sonra yüksek okul okunması gerektiğine inandım ve İstanbul İktisat Fakültesine birincilikle girdim ve birincilikle mezun oldum.

Mesleki bilgilerinizi nasıl geliştirdiniz?

Benim hayatım danışmanlıkla doludur. Türkiye'de irili ufaklı birçok holdingin kuruluşunda bedeli mukabilinde görev yaptım. Bizim meslekte görerek, yaparak öğrenme esastır. Meslekte yöneticilik yaparken, teorinin pratikte ki yansımasını görerek, yaparak öğrendim. 1980'den sonra danışmanlığını yapmadığım hiç bir hükümet olmadı. Bakanlık ve başbakanlık seviyesinde... Rahmetli Adnan Kahveci'ye de danışmanlık yaptım. Bir sürede Polanya'da danışmanlık yaptım. O günlerde Nokta dergisi benim hakkımda şöyle bir yazı yayınlamıştı:"'u, Özal 450 kilometreden göremedi. Polanyalılar 4500 kilometreden gördüler. Polonyalılar 'yu 4500 kilometreden alıp götürdüler."

ÖZAL'IN TEKLİFİNİ GERİ CEVİRDİM

Bu kadar bilginizi neden siyasete girerek değerlendirmiyorsunuz?

Sayın Özal parti kurarken, kurucu olmam için teklif etti. Ben kabul etmedim. Sayın Özal'ın teklifini geri çevirdim. Türkiye'deki negatif siyaset anlayışına hiç alışamadım. Ben virajı alamadığım için hangi partiye gitsem onlara zarar veririm, diye düşünüyorum. Hayatımın hiç bir noktasında hiç bir partinin ne partizanı oldum ne de üyesi. Türkiye'de siyasetin finansmanını kim yapıyorsa, siyaset onun siyasetidir. Siyasetin finansmanına halkı sokmayan, onu ortak etmeyen bir anlayış var. Siyaseti parası olanlar yapıyor. Parası olanlardan da kaynağını soramıyorsunuz. Sorulması da yasal olarak mümkün değil.

Siyasi partiler seçim kampanyası yapıyorlar, seçim kampanyasını kim yapıyor, kaça yapıyor, nasıl yapıyor kimse sormuyor ve soramıyor. Türkiye'de halkın seçme hakkı var da seçilme hakkı yok. Çünkü parası yok. Türkiye'de demokrasi adeta parakrasiye dönüşüyor. O zaman parası olanlar siyaset yapıyor. Parası olanlar konuşuyor. Ben buna üç kağıt ekonomisi diyorum. Bu üç kağıt ekonomisi üç şeyden oluşuyor:borsa, faiz ve dolar. Pekiyi üretim nerede. Yok.

Üretimi kim istemiyor?

Efendim üretimi herkes ister. Ancak sistem adeta üretenleri cezalandırıyor. Müteşebbislerin önündeki tüm engelleri kaldırmamız gerekir. Türkiye'de kayıt dışı ekonominin hem tertipçisi, hem teşvikçisi, hem destekçisi, hem de şikayetçisi devleti yönetenlerdir. Onların modeli bu. Bakın, Türkiye'de herkesi ve her kesimi vergi mükellefi yapmadık. Herkese her çeşit masrafını vergi matrahından indirme hakkı vermedik.

Ekonomiyi hamiline yazılılıktan nama yazılı hale getirmedik. Müteşebbisin önünde en büyük engellerden birisi olan enflasyon muhasebesi sistemine geçmedik. Bütün serbest pazar anlayışını allak bullak eden bir uygulama içerisine girdik. Serbest pazar ekonomisi iki ayaklıdır: Birinci ayak, serbest bırak. İkinci ayak, kontrol ayağıdır. Türkiye birinci ayağı çalıştırdı; ama ikinci ayağı reddetti, ne kadar kontrol tedbiri varsa kaldırdı. Bunun anlamı, vergi almayacağım, isteyen versin, istemeyen vermesin.

MİLLETVEKİLLİK FAHRİ YAPILMALI

Her şeyi kayit içine aldiginizda küçük esnaf nefes alamaz duruma gelmez mi?

Efendim, herkesten vergi alacaksınız. Ama herkesten az vergi alacaksınız. Küçük esnafta büyük esnafta nefes alır. Biraz öncede belirtim; en küçük esnaf defter tutar; ama siyasi partilerin sadece genel merkezlerinde -sözüm ona- bir hesap vardır, il, ilçe, belde yönetimleri katiyen hesaba, kitaba, makbuza falan tabi değildir.

Türkiye'de yepyeni bir hak var. Oda götürme hakkı. Götürücüler arasında adaletsizlik var. Kimisi az götürüyor, kimisi çok. Türkiye'de vergi kaçırmayan adam yok. Vergi kaçırmak bir hoşgörü ve centinmenlik suçu haline gelmiş. Vergi kaçırmak büyük bir maharetmiş gibi anlaşılır hale gelmiş. Adeta suç olmaktan çıkartılmış. Af üstünü af gelince vergi kaçırmak özendirilir hale getirilmiş. Herkesin suç işlediği bir ülkede suç, suç olmaktan çıkar.

Türkiye'de tek bir parti var; o da Menfaat Partisi. Halka hizmet değil, parası olanlara hizmet... Nisa Suresi'nde Yüce Rabbim diyor ki, ''İşi ehline ver.'' Bunun bir anlamı da, ey işe talip olan kişi, o işin ehli değilsen sakın ola o işe talip olma demektir. Şimdi, bizim siyasetçi bu işin ehli mi? Bir adam mesleğinde başarı kazanamıyorsa, ya o meslekte iş yoktur, ya o adamda iş yoktur. Şarkılarla, türkülerle, şiirlerle memleket yönetilmez. Siyaset bir meslek değildir. Türkiye'de seçilen de gırgır, seçmen de gırgır.

Türkiye'de milletvekilliğini fahri hale getirmek gerekir. Kanada'da milletvekilleri milletin menfaati doğrultusun da bu işe fahri olarak yapıyorlar. Biz Kanada’dan daha çok mu zenginiz ki, Milletvekillerimiz en yüksek maaşı alıyor. Milletvekillerine maaş vermeyeceksiniz. İşini bilen, mesleğinde başarılı olanları milletvekili yaparsanız, ülke kalkınır. Hiç meziyet olmayan adamı milletvekili yapıyorsunuz, sonra da para vererek ödüllendiriyorsunuz.

Sayın Altuğ, 1996 yılında Refahyol hükümetinde başbakanın başdanışmanı olarak görev aldınız O dönem neler yaptınız?

Efendim, ben önceden Erbakan Hocayı hiç tanımazdım. Yani baş başa hiç görüşmemiştik. O dönemin başbakanı Sayın Erbakan beni davet etti. Bu davette sanıyorum Sayın Fehim Adak etkili oldu. Daha önce Sayın Çiller'in danışmanlığını yapmıştım. Sayın Erbakan bana, "Sizi biliyor ve tanıyorum. Ben sizi T.C. Başbakanı sıfatıyla göreve davet ediyorum. Melleketin size ihtiyacı var"dedi ve üç önemli şey söyledi. Birincisi, kimimiz, kimsemiz yok. İkincisi, bize sahip çıkın. Üçüncü olarak, bizi kandırıyorlar. T.C. Başbakanı Başdanışmanı sıfatıyla göreve başladım. Sayın Erbakan'ın bana ilk sorusu şu oldu:Siz uzun yıllar danışmanlık yaptınız. Size kimse devletin ne kadar borcu olduğunu sormadı mı? Ben de, hayır efendim, danışmanlara danışılır, soru sorulmaz diye esprili bir cevap verdim.

Sayın Erbakan'a devlet borçları dahil ekonomiyle ilgili detaylı bir rapor hazırlayayım efendim, dedim. Derhal ve şimdi dedi. Ben kendisine şu ön bilgiyi verdim. Devlet dışarıdan %135 ile borçlanıyor, resmi mevduatı ise %5'de tutuyor. Erbakan yani; devlet %5 ile satıp, %135'le yerine alıyor. Böyle şey olmaz dedi. Aynen söylediğiniz gibi oluyor, dedim. İlk iş olarak kamuoyunda "Havuz" diye nitelendirilen kamu ortak hesabını oluşturmak oldu. Böylece %135 yerine %50 ile borçlanarak %85'lik bir faizi aşağıya çektik.

BAŞBAKAN DENK BÜTÇEYI SAVUNUR!

Havuz sisteminde hedefiniz neydi?

Hedefimiz denk bir bütçe oluşturmakti. Sayin Erbakan'in en çok üzerinde durdugu ve temel söylevi denk bütçe idi. Bir ülkede denk bütçe olmazsa, istikrarli ekonomi olmaz, istikrarli ekonomi olmazsa istikrarli para birimi olmaz, istikrarli para birimi olmazsa, istikrarli bir hükümet ve istikrarli bir ülke olmaz.

Erbakan'ın muarızları ise denk bütçe olur mu diye ortaya çıkıyorlardı. Bir başbakan denk bütçeyi savunmayacakta, neyi savunacak. Açık bütçe yapmayı mı hedefleyecek. Biz belli gider kalemlerini ve faiz giderlerini önemli ölçüde aşağıya çektik. Gelir ve giderlerin doğru ve yerinde tespitini yaptık. İsrafı önleyip, kaliteyi artırma yoluna gittik. Faizlerden elde edilen tasarrufla işçi ve memura yüzde yüzlük bir zam verdik. Biz bir efsaneyi gerçekleştirdik. Bizim hazırladığımız ekonomik modele başta Sayın Erbakan olmak üzere, Sayın Çiller, Sayın Adak büyük destek verdi. Siyasi idareye tamamen arkamıza aldık. Sayın Ufuk Söylemez ile de özelleştirme konusunda çalıştık. Özelleştirmede de katkılarımız oldu.

Kumarhanelerin kapatılmasıyla ilgili kanun tasarısını hazırladık. Çok çeşitli girişimlere rağmen kumarhanelerin kapatılması meclisten seri halde geçerek kanunlaştı. Kara para ile ilgili hiç bir kanun yasalarımızda yer almıyordu. Halbuki karapara ile ilgili uluslararası sözleşmelere 1988 yılındı imzalayan ilk ülkelerden biri olmamızı rağmen bu sözleşme meclise intikal etmemiş. Bu sözleşmedeki hükümleri içeren kanun 19 Şubat 1996 yılında meclisten geçerek kanunlaştı.

Tekrar soruyorum siyasete girmeyi düşünüyor musunuz?

Siyasetin finansmanını halk yaparsa siyasete girerim. Halk siyasetin finansmanını yaparsa ben orada varım. Öyle bir kongre yaparsınız ki tribünler almaz, halkın tümü kurucu olarak parti kurarsa o zaman siyasete atılırım. Türkiye Maden-İş Sendikasının davetleriyle ülkemizin birçok şehirlerine gidiyorum. Oralarda konferanslar veriyorum. Halk bizi bağrına basıyor.

IMF'nin verdiği reçeteler bu zamana kadar hiç yerde başarılı olmamış. Türkiye'de başarılı olur mu?

IMF'nin kuruluş nedeni uluslararasi ticaretin kesintisiz devamini saglamak ve serbest pazar ekonomisini bütün dünyaya yaygin kilmak. Dünya artik müşteri odakli bir dünya. Dostum olacagina ortagim ol, düşmanim olacagina müşterim ol. Teknoloji öylesine geniş bir alana yayildi ve üretim alani öylesine artti ki, bu mallari satman lazim. Ya satacaksin, ya atacaksin... Müşterinin iyisi kötüsü, azi çogu olmaz. Müşteri hirsiza benzer, ne zaman gelecegi de belli olmaz... Türkiye IMF ve Dünya Bankasi'nin kurucu ortagidir. Dünya Bankasi, uzun süreli projeleri finanse etmek üzere kurulmuştur.

IMF bizden bir şey istemiyor. Hepsi bir oyundur. Arkadaş bu işi devam ettirelim. Alalim, verelim, erteleyelim. Siz bizi yedireceksiniz, eglendireceksiniz, bizim atacagimiz mallari satin alacaksiniz... Biz sizin ülkenize gelecegiz, adina turizm filan diyecegiz, ama bize ucuz olsun. Böylece bir dolara bir gün kaliyorsak, bir dolara on gün kalmaya başlayacagiz...




HAKKINDA YAZILANLAR

Sayın Osman Altuğ, sizin dilinizden kendinizi bize tanıtır mısınız?

Bana hayatımın en zor sorusunu sordunuz. Ben daha beni bilemedim. İnsanoğlu en fazla ana rahminde rahat eder. Bu sorunuzla beni 1946 yılında doğduğum Yozgat'ın Aşağı Nohutlu mahallesine götürdünüz. İlkokul 4.sınıfa kadar Yozgat'da Sakarya İlkokulunda okudum. Yozgat'ta evimiz hükümet konağının yanındaydı. Rahmetli dedem kurtuluş savaşına katılmış. Ölümle burun buruna gelmiş. Babam evin bir oğlu olduğundan yanından ayırmak istemiyor. Tarla, tahıl, bağ ve bahçe bol. Ancak Babamın sağlık sorunu ve ticaret gayesiyle İstanbul'a taşındık. İlkokulu İstanbul Cankurtaran İlkokulunda, Ortaokulu İstanbul Erkek Lisesi'nde tamamladım. Daha sonra Beyoğlu Ticaret Lisesine kaydoldum. Ticaret Lisesinde hem okudum hem de çalıştım. Fabrikada çalışırken, üretmeyi ve paylaşmayı öğrendim. Okulları hep birincilikle bitirdim.

ORTA ANADOLU BETONDUR

Yozgat tarihe isyan hareketleriyle geçmiş bir ilimiz. Siz de çikişlarinizla bu isyancilardan biri misiniz?

Orta Anadolu betondur. Anadolu insanı sabırlıdır. Sabırlı olduğu için yük devamlı buraya biner. Ancak sabrı taştığı anda her tarafı yakar ve yıkar. Büyük isyanlar Yozgat'tan çıkmış. Sizin söylediğiniz manada bir isyancı değilim. Benimkisi başka bir isyan...

Size çağdaş isyancı diyebilir miyiz?

Evet. Öyle diyebiliriz. Aslında ben çaresizlerin çaresi ve isyanıyım. Bütün okulları birincilikle bitirdim. Girdiğim sınavlardan da birincilikle çıktım. Benim hayatımın hiç bir noktasında koltuk değneği yoktur. Kimseden destek almadım. Uzun yıllar lisanslı olarak top koşturdum. Futbolda ki deneyim bana ekip çalışmasını öğretti. Nasıl gol atılacağını öğretti. Kayak yaparım ve yapmayı da severim. Kayak sporu yoluyla da, dağ, taş, dere tepe kimseden yardım almadan gitmeyi öğrendim.
Türkiye'de yapılan işçi ile işveren arasındaki ilk toplu sözleşmede benim imzam var. Ticaret Lisesi'ni yeni bitirmiştim. Ancak diplomamı henüz almamıştım. Fabrikada çalışıyorum. Fabrika müdüründe patronu vekalet eden belge yokken ben de vardı. Bu bir güven meselesi. Türkiye Tekstil Sendikasına bağlı 175 işçi ile işvereni temsil eden ben İstanbul Ticaret Odası'nda Türkiye'nin ilk toplu sözleşmesine imza attım.

Fabrikada çalışıp üretirken, üniversitede okumayı düşünmüyordum. Üniversitede okumayı aptallık olarak görüyordum. Üretiyor, mal satıyor ve kazanıyordum. Çünkü param vardı, arabam vardı, neden üniversitede okuyacağım diye düşünüyordum. Daha sonra yüksek okul okunması gerektiğine inandım ve İstanbul İktisat Fakültesine birincilikle girdim ve birincilikle mezun oldum.

Mesleki bilgilerinizi nasıl geliştirdiniz?

Benim hayatım danışmanlıkla doludur. Türkiye'de irili ufaklı birçok holdingin kuruluşunda bedeli mukabilinde görev yaptım. Bizim meslekte görerek, yaparak öğrenme esastır. Meslekte yöneticilik yaparken, teorinin pratikte ki yansımasını görerek, yaparak öğrendim. 1980'den sonra danışmanlığını yapmadığım hiç bir hükümet olmadı. Bakanlık ve başbakanlık seviyesinde... Rahmetli Adnan Kahveci'ye de danışmanlık yaptım. Bir sürede Polanya'da danışmanlık yaptım. O günlerde Nokta dergisi benim hakkımda şöyle bir yazı yayınlamıştı:"Osman Altuğ'u, Özal 450 kilometreden göremedi. Polanyalılar 4500 kilometreden gördüler. Polonyalılar Osman Altuğ'yu 4500 kilometreden alıp götürdüler."

ÖZAL'IN TEKLİFİNİ GERİ CEVİRDİM

Bu kadar bilginizi neden siyasete girerek değerlendirmiyorsunuz?

Sayın Özal parti kurarken, kurucu olmam için teklif etti. Ben kabul etmedim. Sayın Özal'ın teklifini geri çevirdim. Türkiye'deki negatif siyaset anlayışına hiç alışamadım. Ben virajı alamadığım için hangi partiye gitsem onlara zarar veririm, diye düşünüyorum. Hayatımın hiç bir noktasında hiç bir partinin ne partizanı oldum ne de üyesi. Türkiye'de siyasetin finansmanını kim yapıyorsa, siyaset onun siyasetidir. Siyasetin finansmanına halkı sokmayan, onu ortak etmeyen bir anlayış var. Siyaseti parası olanlar yapıyor. Parası olanlardan da kaynağını soramıyorsunuz. Sorulması da yasal olarak mümkün değil.
Siyasi partiler seçim kampanyası yapıyorlar, seçim kampanyasını kim yapıyor, kaça yapıyor, nasıl yapıyor kimse sormuyor ve soramıyor. Türkiye'de halkın seçme hakkı var da seçilme hakkı yok. Çünkü parası yok. Türkiye'de demokrasi adeta parakrasiye dönüşüyor. O zaman parası olanlar siyaset yapıyor. Parası olanlar konuşuyor. Ben buna üç kağıt ekonomisi diyorum. Bu üç kağıt ekonomisi üç şeyden oluşuyor:borsa, faiz ve dolar. Pekiyi üretim nerede. Yok.

Üretimi kim istemiyor?

Efendim üretimi herkes ister. Ancak sistem adeta üretenleri cezalandırıyor. Müteşebbislerin önündeki tüm engelleri kaldırmamız gerekir. Türkiye'de kayıt dışı ekonominin hem tertipçisi, hem teşvikçisi, hem destekçisi, hem de şikayetçisi devleti yönetenlerdir. Onların modeli bu. Bakın, Türkiye'de herkesi ve her kesimi vergi mükellefi yapmadık. Herkese her çeşit masrafını vergi matrahından indirme hakkı vermedik.
Ekonomiyi hamiline yazılılıktan nama yazılı hale getirmedik. Müteşebbisin önünde en büyük engellerden birisi olan enflasyon muhasebesi sistemine geçmedik. Bütün serbest pazar anlayışını allak bullak eden bir uygulama içerisine girdik. Serbest pazar ekonomisi iki ayaklıdır: Birinci ayak, serbest bırak. İkinci ayak, kontrol ayağıdır. Türkiye birinci ayağı çalıştırdı; ama ikinci ayağı reddetti, ne kadar kontrol tedbiri varsa kaldırdı. Bunun anlamı, vergi almayacağım, isteyen versin, istemeyen vermesin.

MİLLETVEKİLLİK FAHRİ YAPILMALI

Her şeyi kayit içine aldiginizda küçük esnaf nefes alamaz duruma gelmez mi?

Efendim, herkesten vergi alacaksınız. Ama herkesten az vergi alacaksınız. Küçük esnafta büyük esnafta nefes alır. Biraz öncede belirtim; en küçük esnaf defter tutar; ama siyasi partilerin sadece genel merkezlerinde -sözüm ona- bir hesap vardır, il, ilçe, belde yönetimleri katiyen hesaba, kitaba, makbuza falan tabi değildir.
Türkiye'de yepyeni bir hak var. Oda götürme hakkı. Götürücüler arasında adaletsizlik var. Kimisi az götürüyor, kimisi çok. Türkiye'de vergi kaçırmayan adam yok. Vergi kaçırmak bir hoşgörü ve centinmenlik suçu haline gelmiş. Vergi kaçırmak büyük bir maharetmiş gibi anlaşılır hale gelmiş. Adeta suç olmaktan çıkartılmış. Af üstünü af gelince vergi kaçırmak özendirilir hale getirilmiş. Herkesin suç işlediği bir ülkede suç, suç olmaktan çıkar.

Türkiye'de tek bir parti var; o da Menfaat Partisi. Halka hizmet değil, parası olanlara hizmet... Nisa Suresi'nde Yüce Rabbim diyor ki, ''İşi ehline ver.'' Bunun bir anlamı da, ey işe talip olan kişi, o işin ehli değilsen sakın ola o işe talip olma demektir. Şimdi, bizim siyasetçi bu işin ehli mi? Bir adam mesleğinde başarı kazanamıyorsa, ya o meslekte iş yoktur, ya o adamda iş yoktur. Şarkılarla, türkülerle, şiirlerle memleket yönetilmez. Siyaset bir meslek değildir. Türkiye'de seçilen de gırgır, seçmen de gırgır.
Türkiye'de milletvekilliğini fahri hale getirmek gerekir. Kanada'da milletvekilleri milletin menfaati doğrultusun da bu işe fahri olarak yapıyorlar. Biz Kanada’dan daha çok mu zenginiz ki, Milletvekillerimiz en yüksek maaşı alıyor. Milletvekillerine maaş vermeyeceksiniz. İşini bilen, mesleğinde başarılı olanları milletvekili yaparsanız, ülke kalkınır. Hiç meziyet olmayan adamı milletvekili yapıyorsunuz, sonra da para vererek ödüllendiriyorsunuz.

Sayın Altuğ, 1996 yılında Refahyol hükümetinde başbakanın başdanışmanı olarak görev aldınız O dönem neler yaptınız?

Efendim, ben önceden Erbakan Hocayı hiç tanımazdım. Yani baş başa hiç görüşmemiştik. O dönemin başbakanı Sayın Erbakan beni davet etti. Bu davette sanıyorum Sayın Fehim Adak etkili oldu. Daha önce Sayın Çiller'in danışmanlığını yapmıştım. Sayın Erbakan bana, "Sizi biliyor ve tanıyorum. Ben sizi T.C. Başbakanı sıfatıyla göreve davet ediyorum. Melleketin size ihtiyacı var"dedi ve üç önemli şey söyledi. Birincisi, kimimiz, kimsemiz yok. İkincisi, bize sahip çıkın. Üçüncü olarak, bizi kandırıyorlar. T.C. Başbakanı Başdanışmanı sıfatıyla göreve başladım. Sayın Erbakan'ın bana ilk sorusu şu oldu:Siz uzun yıllar danışmanlık yaptınız. Size kimse devletin ne kadar borcu olduğunu sormadı mı? Ben de, hayır efendim, danışmanlara danışılır, soru sorulmaz diye esprili bir cevap verdim.

Sayın Erbakan'a devlet borçları dahil ekonomiyle ilgili detaylı bir rapor hazırlayayım efendim, dedim. Derhal ve şimdi dedi. Ben kendisine şu ön bilgiyi verdim. Devlet dışarıdan %135 ile borçlanıyor, resmi mevduatı ise %5'de tutuyor. Erbakan yani; devlet %5 ile satıp, %135'le yerine alıyor. Böyle şey olmaz dedi. Aynen söylediğiniz gibi oluyor, dedim. İlk iş olarak kamuoyunda "Havuz" diye nitelendirilen kamu ortak hesabını oluşturmak oldu. Böylece %135 yerine %50 ile borçlanarak %85'lik bir faizi aşağıya çektik.

BAŞBAKAN DENK BÜTÇEYI SAVUNUR!

Havuz sisteminde hedefiniz neydi?

Hedefimiz denk bir bütçe oluşturmakti. Sayin Erbakan'in en çok üzerinde durdugu ve temel söylevi denk bütçe idi. Bir ülkede denk bütçe olmazsa, istikrarli ekonomi olmaz, istikrarli ekonomi olmazsa istikrarli para birimi olmaz, istikrarli para birimi olmazsa, istikrarli bir hükümet ve istikrarli bir ülke olmaz.

Erbakan'ın muarızları ise denk bütçe olur mu diye ortaya çıkıyorlardı. Bir başbakan denk bütçeyi savunmayacakta, neyi savunacak. Açık bütçe yapmayı mı hedefleyecek. Biz belli gider kalemlerini ve faiz giderlerini önemli ölçüde aşağıya çektik. Gelir ve giderlerin doğru ve yerinde tespitini yaptık. İsrafı önleyip, kaliteyi artırma yoluna gittik. Faizlerden elde edilen tasarrufla işçi ve memura yüzde yüzlük bir zam verdik. Biz bir efsaneyi gerçekleştirdik. Bizim hazırladığımız ekonomik modele başta Sayın Erbakan olmak üzere, Sayın Çiller, Sayın Adak büyük destek verdi. Siyasi idareye tamamen arkamıza aldık. Sayın Ufuk Söylemez ile de özelleştirme konusunda çalıştık. Özelleştirmede de katkılarımız oldu.

Kumarhanelerin kapatılmasıyla ilgili kanun tasarısını hazırladık. Çok çeşitli girişimlere rağmen kumarhanelerin kapatılması meclisten seri halde geçerek kanunlaştı. Kara para ile ilgili hiç bir kanun yasalarımızda yer almıyordu. Halbuki karapara ile ilgili uluslararası sözleşmelere 1988 yılındı imzalayan ilk ülkelerden biri olmamızı rağmen bu sözleşme meclise intikal etmemiş. Bu sözleşmedeki hükümleri içeren kanun 19 Şubat 1996 yılında meclisten geçerek kanunlaştı.

Tekrar soruyorum siyasete girmeyi düşünüyor musunuz?

Siyasetin finansmanını halk yaparsa siyasete girerim. Halk siyasetin finansmanını yaparsa ben orada varım. Öyle bir kongre yaparsınız ki tribünler almaz, halkın tümü kurucu olarak parti kurarsa o zaman siyasete atılırım. Türkiye Maden-İş Sendikasının davetleriyle ülkemizin birçok şehirlerine gidiyorum. Oralarda konferanslar veriyorum. Halk bizi bağrına basıyor.


IMF'nin verdiği reçeteler bu zamana kadar hiç yerde başarılı olmamış. Türkiye'de başarılı olur mu?

IMF'nin kuruluş nedeni uluslararasi ticaretin kesintisiz devamini saglamak ve serbest pazar ekonomisini bütün dünyaya yaygin kilmak. Dünya artik müşteri odakli bir dünya. Dostum olacagina ortagim ol, düşmanim olacagina müşterim ol. Teknoloji öylesine geniş bir alana yayildi ve üretim alani öylesine artti ki, bu mallari satman lazim. Ya satacaksin, ya atacaksin... Müşterinin iyisi kötüsü, azi çogu olmaz. Müşteri hirsiza benzer, ne zaman gelecegi de belli olmaz... Türkiye IMF ve Dünya Bankasi'nin kurucu ortagidir. Dünya Bankasi, uzun süreli projeleri finanse etmek üzere kurulmuştur.
IMF bizden bir şey istemiyor. Hepsi bir oyundur. Arkadaş bu işi devam ettirelim. Alalim, verelim, erteleyelim. Siz bizi yedireceksiniz, eglendireceksiniz, bizim atacagimiz mallari satin alacaksiniz... Biz sizin ülkenize gelecegiz, adina turizm filan diyecegiz, ama bize ucuz olsun. Böylece bir dolara bir gün kaliyorsak, bir dolara on gün kalmaya başlayacagiz...





Ekosohbet

Süleyman Doğan

Marmara Üniversitesi İktisat Profesörü Osman Altuğ:

Üç kağıt ekonomisi

“Orta Anadolu betondur. Anadolu insanı sabırlıdır. Sabırlı olduğu için yük devamlı buraya biner. Ancak sabrı taştığı anda her tarafı yakar ve yıkar. Büyük isyanlar Yozgat'tan çıkmış. Ben de Yozgatlıyım. Ben mazlum halkın derdine çare arayan bir isyancıyım. Yani çağdaş isyancı. Ben aslında çaresizlerin çaresi ve isyanıyım.”
-“Türkiye'de halkın seçme hakkı var da seçilme hakkı yok. Çünkü parası yok. Türkiye'de demokrasi adeta parakrasiye dönüşüyor. O zaman parası olanlar siyaset yapıyor. Parası olanlar konuşuyor. Ben buna üç kağıt ekonomisi diyorum. Bu üç kağıt ekonomisi üç şeyden oluşuyor:borsa, faiz ve dolar. Pekiyi üretim nerede. Yok. Üretimin olmadığı yerde kalkınma olur mu?”

-“İki Almanya birleşti. 5 milyon işsiz vardı. Almanya işsizliği önlemek için; az vergi, az bürokrasi uyguladı. Başarılı da oldu. Almanya ekonomisi kayıtiçi ekonomide kalmak şartıyla başardı. Ne bavul ticaretine izin verdi ne de Nataşa ithal etti. Bizde 10 milyon işsiz, çok bürokrasi ve çok vergi ve kayıtdışı ekonomiyle kalkınma olur mu?”

-“Türkiye'de milletvekilliğini fahri hale getirmek gerekir. Kanada'da milletvekilleri milletin menfaati doğrultusun da bu işe fahri olarak yapıyorlar. Biz Kanada’dan daha çok mu zenginiz ki, Milletvekillerimiz en yüksek maaşı alıyor. Milletvekillerine maaş vermeyeceksiniz. İşini bilen, mesleğinde başarılı olanları milletvekili yaparsanız, ülke kalkınır. Hiç meziyet olmayan adamı milletvekili yapıyorsunuz, sonra da para vererek ödüllendiriyorsunuz.”





“Efsaneyi gerçekleştirdik”

İlginç çıkışlarıyla kamuoyunda tanınan Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.Osman Altuğ, Refahyol hükümetinde başbakanın başdanışmanı olarak çalıştı. Altuğ, Refahyol hükümeti programının anasının da babasının da belli olduğunu, ancak Derviş programının babasının belli olmadığını söylüyor. Altuğ, Kemal Derviş’e gönderme yapıyor:
“İnsanın güzelliği göze hitap eder, ekonominin güzelliği cebe hitap eder. Derviş, güzel adam, göze hitap ediyor, ama milletin cebine hitap etmiyor. Dolayısıyla haritası yok. Onun haritası tek yönlü, borcu borçla ödemek. Bugüne kadar Türkiye'de 20 bin tane kanun çıktı. 4 bin tane tedbir var. 40 senede 8 tane beş yıllık kalkınma planı çıkartıldı. 2001 yılı programı Resmi Gazetede ilan edildi. Kemal Derviş programı olarak sunulan programın içerisinden birkaç tane seçmişler. Son sayfalara doğru, kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması var. Bunu Resmi Gazetede ilan ediyorsun tatbik etmen lazım, ama sen bu programı yok farz ediyorsun. Kemal Derviş'in programı Resmi Gazete'de ilan edilmedi. Resmi Gazetede ilan edilmeyen bir şey program mıdır, değil midir? Dolayısıyla hükümette 'beni bağlamaz' diyor. İşine gelirse bağlıyor, işine gelmezse bağlamıyor.”
Refahyol hükümetinde çok işleri seri halde yaptiklarini vurgulayan Pof.Dr.Osman Atug, “Hedefimiz denk bir bütçe oluşturmakti. Sayin Erbakan'in en çok üzerinde durdugu ve temel söylevi denk bütçe idi. Bir ülkede denk bütçe olmazsa, istikrarli ekonomi olmaz, istikrarli ekonomi olmazsa istikrarli para birimi olmaz, istikrarli para birimi olmazsa, istikrarli bir hükümet ve istikrarli bir ülke olmaz. Erbakan'in muarizlari ise denk bütçe olur mu diye ortaya çikiyorlardi. Bir başbakan denk bütçeyi savunmayacakta, neyi savunacak?”

Türkiye’de işleri başarmak için illa ki “Ekonomiden sorumlu devlet bakani” sifatinin şart olmadigini belirten Osman Altug, başbakan, yardimcilari ve diger bakanlar sorumsuz bakanlar gibi algilandigini, ekonomi ve siyaset bir bütün olarak ele alinmasi gerektiginin altini çiziyor.

Altug, “Kumarhanelerin kapatilmasiyla ilgili kanun tasarisini hazirladik. Çok çeşitli girişimlere ragmen kumarhanelerin kapatilmasi meclisten seri halde geçerek kanunlaşti. Kara para ile ilgili hiç bir kanun yasalarimizda yer almiyordu. Halbuki karapara ile ilgili uluslararasi sözleşmelere 1988 yilindi imzalayan ilk ülkelerden biri olmamizi ragmen bu sözleşme meclise intikal etmemiş. Bu sözleşmedeki hükümleri içeren kanun 19 Şubat 1996 yilinda meclisten geçerek kanunlaşti.”

Renkli ve sempatik tavırlarıyla öne çıkan Prof.Dr.Osman Altuğ, Türkiye’nin kendi ayakları üzerinde durması için bir dizi önerilerini şöyle sıralıyor: “Acilen yeni para sistemine geçilmeli, vergi oranlarının aşağıya çekilmeli, ekonomi kayıt altına alınmalı, sosyal sigorta sistemi değiştirilmeli ve devlet yönetimi işi bilen ehline verilmelidir.”

Prof.Dr.Osman Altuğ’u dinlerken, gülüyor, gülerken de düşünüyorsunuz. Altuğ, adeta “Çağdaş Nasrettin Hoca” gibi güldürerek örnekler veriyor ve çözüm yolları sunuyor. Devlet yönetimini orkestraya benzeten Altuğ: “Devlet yönetimi ekonomi yönetimi, bir orkestra yönetimine benzer. Orkestrayı yönetebilmek için orkestradaki tüm sazları çalmayı bilmeniz gerekir. Sizi orkestra şefi yapmışlar siz sadece davul çalmayı biliyorsunuz. Türkiye’de ekonomiden sorumsuz kişiler orkestraya arkalarını dönüyorlar. Bizim gibi işi bilene versinler bir yıl içinde ekonomiyi rayı sokarız. Bu işi aslanlar gibi de yaparız. Yeter ki samimi olsunlar.”

Osman Altuğ ile İstanbul Merter’de antikacı dükkanını andıran ofisinde görüştük. Sayın Altuğ’a sorularımız ve cevazlarıyla sizi baş başa bırakıyorum.




www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)