Nezih Uzel
yazar, çevirmen


bendir ustası



1938 yılında Mudanya’da doğdu. 1949 yılında ailesi ile birlikte İstanbul’a taşındı. 1957 yılında Galatasaray Lisesi'ni bitirdi.

Ordinaryus Profesör Doktor Süheyl Unver, Kudümzen Başı Sadettin Heper, Neyzen Başı Halil Can, hat ve tezhip sanatında hattat Necmettin Okyay, Halim Yazıcı ve Bekir Pekten’in derslerini izledi.

Yenikapı Mevlevihanesi son şeyhi Abdülbaki Efendi'nin oğlu Resuhi Baykara, Abdülbaki Gölpınarlı ve Şeyh Mithat Bahari Beytur aracılığıyla Mevlevi kültürüne girdi.

15 yıl Üsküdar’da eski Özbekler Dergahı son şeyhi Necmettin Özbekkangay’ın hizmetinde bulundu.

Devrin şöhretli köşe yazarı Mevlevi Refi Cevat ulunay’ın teşvikiyle gazeteciliğe başladı. Dönemin pek çok yazarına ulaştı. Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay, Reşat Ekrem Koçu, Yaşar Kemal, Haldun Taner’i tanıdı. Yurt dışında Fransız Match Dergisi başyazarı Raymond Cartier, Roger Garaudy, Mme.Carrere d’Encausse, Oryantalist Edward Said, Anna Marie Schimmel gibi kişilerle bulundu, kitaplarını çevirdi.

Pek çok yerli yabancı çeşitli gazetelerde muhabirlik, köşe ve araştırma yazarlığı yaptı. 1966 yılında Münir Nurettin Selçuk yönetimindeki İstanbul Belediye Konservatuarı İcra Heyeti ve İstanbul Radyosu’unda kudumzen olarak görev aldı.

İslam,tarih,kültür ve san’at ile ilgili 25 kitabı ve eski Tasavvuf müziğini içeren 28 plak, CD ve kaseti yayınlandı.

Semazenbaşı Ahmet Bican Kasaboğlu ile 1981 yılında İstanbul'da eski Galata Mevlevihanesi şimdiki Divan Edebiyatı Müzesi çerçevesinde İstanbul Sema Grubu'nu kurdu. Bu grup yurt içinde ve Batı ülkelerinde yüze yakın konser ve sema gösterisi düzenledi. Galata Mevlevihanesi ve TC Vakıflar İdaresine bağlı eski Üsküdar mevlevihanelerinde ilk defa sema gösterisi yaptı. Grup 1987 yılında Konya Belediyesinin daveti üzerine uluslararası Konya Mevlana İhtifali’nin sema görevini üslendi. Aynı yıl eski Kütahya Mevlevihanesi'nde 1925’ten bu yana düzenlenen ilk sema törenini gerçekleştirdi. Grup 1998 yılında Prof.Guiseppe Fanfoni tarafından onarılan Kahire Mevlevihanesi’ni hizmete açtı. Girit Hania Lübnan Trablusşam ve Kudüs Mevlevihaneleri’ni gündemine aldı. İstanbul Sema Grubu 18 yılda otuza yakın semazen yetiştirdi. Paris’te kurulan Association Mevlana ve Londra’da kurulan Rumi Society’ ve Finlandiya’da bulunan Nefes derneklerine ilham kaynağı oldu.

Yurt içinde iki gazete ve üç dergiye yazı yazdı. Yurt dışında freelance gazetecilik, yazarlık ve kültürel organizasyonlarını sürdürdü. Hiç evlenmedi.

1 Mayıs 2012 tarihinde İstanbul Üsküdar’da geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti. Karacaahmet Mezarlığında medfundur.

ESERLERİ:

Her Dem Yeniden (1993)
Radyoda Bir Gün (2006)
İngiliz İstihbarat Subayı Yüzbaşı Bennett Anlatıyor: Atatürk'e Nasıl Vize Verdim – Tarih Unutmaz Yüzbaşım
(2008)
Mevlana ve İnsan (2009)
Dersaadet'ten İstanbul'a
Canavar Sahibini Yedi
Adriyatik`ten Çin`e Türk Dünyası
İstanbul`un Kutlu Mekânları Kutlu İnsanları
İstanbul’da Sahabe Kabirleri
Mevleviler Beldesi

ÇEVİRİ:

Siyonizm Dosyası (Roger Garaudy’den, 2000)
İslamın Altın Çağı (Maurice Lombart’dan, 2000)
Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları
Step’te Ezan Sesleri
İlk Zafer Yıllarında İslam
İslam’ın Vadettikleri (Roger Garady’den)
Sömürgeciliğin Keşif Kolu – Oryantalizm
Parçalanan İmparatorluk

CD: Mevlana – Rubailer.





AİLE

Babası Şumnu'nun Hocazadeler ailesinden Çanakkale Savaşı gazisi, Haydarpaşa Tıbbıye-i Şahane ve Gülhane Asker Hastahanesi 1915 mezunu Doktor Mehmet Muhlis, Annesi Fatih Medreseleri dersiamlarından Sarıgüzel Cami imamı, Filibeli Hüseyin Hüsnü Efendinin kızı Hacer İhsan Hanım’dır.




HAKKINDA YAZILANLAR

Medeniyet çizgimizden bir nefes: Nezih Uzel
Mahmut Çetin

Nezih Uzel, milli kültürümüzün en rafine aşaması olan Osmanlı kültür dünyasından günümüze güzellikler taşıyan bir kültür elçisidir. Bugünkü eğitim düzeniyle okuma-yazmanın yaygınlaşması başta olmak üzere belirli alanlarda önemli başarılar elde edilmesine rağmen, eğitim sistemimiz ‘derinliği olan insan’ yetiştirme konusunda eksik kalmıştır. Belki bu tam olarak eğitim sisteminin de görevi değildir. Ama bu eksiklik, yaşadığımız dönemin hazin yönlerinden biridir. Nezih Uzel Beğ, kültür dünyamızdaki kuraklığın dışında bir derinlik uzmanı olarak tekrar tekrar faydalanılması gereken bir hazine gibidir.

Nezih Uzel, 1938 yılında Mudanya’da doğmuştur. Babası Şumnu'nun Hocazadeler ailesinden Çanakkale Savaşı gazisi, Haydarpaşa Tıbbıye-i Şahane ve Gülhane Asker Hastahanesi 1915 mezunu Doktor Mehmet Muhlis, Annesi Fatih Medreseleri dersiamlarından Sarıgüzel Cami imamı, Filibeli Hüseyin Hüsnü Efendinin kızı Hacer İhsan Hanım’dır. Uzel, 1949 yılında ailesi ile birlikte İstanbul’a taşınmıştır. Uzel, 1957 yılında Galatasaray Lisesini bitirmiştir.

Kültür dünyamızın devleriyle tanıştı

Uzel, İstanbul’da o yıllarda hayatta olan eski kültürün son ve en güçlü temsilcileriyle tanışır. Ordinaryus Profesör Doktor Süheyl Ünver, Kudümzenbaşı Sadettin Heper, Neyzenbaşı Halil Can, tezhip ve hat sanatçısı Necmettin Okyay, Halim Yazıcı, Bekir Pekten’in derslerini izledi. Yenikapı Mevlevihanesi son şeyhi Abdülbaki Efendi’nin oğlu Resuhi Baykara ve araştırmacı Abdülbaki Gölpınarlı ve Şeyh Mithat Bahari Beytur aracılığıyla Mevlevi kültürünü tanır. 15 yıl Üsküdar' da eski Özbekler Dergahı son şeyhi Necmettin Özbekkangay’ın yakınında bulunur.

Mevlevi kültürüne vakıf bir kültür adamı olarak, bu kültürün yok edilmesini üzüntüyle seyrederken, elde kalanların da hepten yok edilmemesi için hummalı bir gayret içindedir. O tarihi zaruretlerle ortaya çıkan değişmeyi vakarla kabul eder: “Değişen yaşam değerleri içinde mesajı sislenmiş tarikatı yeni ve dinamik düzen zaten sırtında taşıyamazdı.” Ancak bu kültürün yok edilmesi, unutulması ve unutturulması da yanlıştı. Uzel, bir kültür adamı olarak çözümü şöyle işaret eder: “... kabul ama hiç olmazsa o çağda henüz yaşamaya çalışan ve asırlarca bu tarikat tarafından korunmuş bazı kültür kalıntılarına değer verilemez miydi ?” Ne yazık ki, şimdi folklorik bir gösteri gibi izliyoruz Mevlevi etkinliklerini. Belki İslam dünyası, Mevlevi kültüründen uzaklaşarak, İslam’ın temel nasslarıyla çatışmadan, hoşgörülü, birlikte yaşamacı bir anlayışı da kaybetmiş oldu. Bugün insanlığın aradığı şey, bu değil midir?

Gazetecilik

Nezih Uzel, Refii Cevat Ulunay'ın teşvikiyle gazeteciliğe başlar. Dönemin Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay, Reşat Ekrem Koçu, Haldun Taner gibi pek çok yazarıyla tanışır. Yurt dışında Fransız Match Dergisi başyazarı Raymond Cartier, Roger Garaudy, Mme.Carrere d’Encausse, Oryantalist Edward Said, Anna Marie Schimmel gibi kişilerle diyalog kurar, kitaplarını Türkçeye çevirir. Pek çok Yerli yabancı çeşitli gazetelerde muhabirlik, köşe ve araştırma yazarlığı yapmıştır.

O bir müzisyen

Nezih Uzel, 1966 yılında Münir Nurettin Selçuk yönetimindeki İstanbul Belediye konservatuarı İcra heyetinde ve İstanbul Radyosu'nda kudumzen olarak görev aldı. İslam, tarih, kültür ve sanat ile ilgili 25 kitabı ve eski Tasavvuf müziğini içeren 28 plak, CD ve kaseti yayınlandı. Uzel, semazenbaşı Ahmet Bican Kasaboğlu ile 1981 yılında İstanbul’da eski Galata Mevlevihanesi şimdiki Divan Edebiyatı Müzesi çerçevesinde ‘İstanbul Sema Grubu’nu kurdu. Bu grup, yurt içinde ve Batı ülkelerinde yüze yakın konser ve sema gösterisi düzenledi. Galata Mevlevihanesi ve TC Vakıflar İdaresine bağlı eski Üsküdar Mevlevihanelerinde ilk defa sema gösterisi yaptı. Grup, 1987 yılında Konya Belediyesinin daveti üzerine o yıl uluslararası Konya Mevlana İhtifali'nin müzik ve sema görevini üslendi. Aynı yıl eski Kütahya Mevlevihanesi’nde 1925'ten sonra düzenlenen ilk sema törenini gerçekleştirdi. Grup, 1998 yılında Prof.Guiseppe Fanfoni tarafından onarılan Kahire Mevlevihanesi'ni hizmete açtı. Girit Hanya, Lübnan Trablusşam ve Kudüs Mevlevihaneleri'ni gündemine aldı. ‘İstanbul Sema Grubu’ onsekiz yılda otuza yakın semazen yetiştirdi. Paris'te kurulan Association Mevlana ve Londra'da kurulan Rumi Society' ve Finlandiya'da bulunan Nefes derneklerine ilham kaynağı oldu. Nezih Uzel, günlük yazılarının yayınlandığı Ortadoğu gazetesi dışında, yurt dışında da free lance gazetecilik, yazarlık ve kültürel organizasyonlarını sürdürüyor.

Ondan çok şey öğreneceğiz

Nezih Uzel Beğ’in Ortadoğu gazetesindeki yazılarından, kitaplarından ve tercümelerinden öğreneceğimiz çok şey var. İnsanlık, maddeci Batı uygarlığı ile ‘Nirvana’ esprisi içinde ne zaman, nerde, nasıl var olduğunu anlayamayan Konfüçyüs kuşağı arasında sıkışmış durumda. Elbette insanlığa mutluluğu, dünya ve ahiret dengesini kurabilmiş tek din İslamiyet verebilir. Ancak burda ‘hangi İslam ?’ sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bu İslam, ne İran ne de Suud İslamı’dır. Bu İslam şeksiz şüphesiz Türk idrakiyle medeniyet hamlesini yapabilmiş olan İslamiyet olacaktır. Bunun izahında, Nezih Uzel Beğ gibi kültür adamlarımızdan öğreneceğimiz çok şey var.




VEFAT-HABER

Nezih Uzel'i kaybettik
2 Mayıs 2012

Uzun süredir şeker hastalığına bağlı böbrek yetmezliği çeken Uzel, öğle saatlerinde Bağlarbaşı Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde hayatını kaybetti.

Bendir ustası Nezih Uzel, Mevlânâ ve Mevlevî ayinlerini yurtdışına taşıyan bir isimdi. Kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Uzel, gazetecilik, yazarlık ve çevirmenlik de yapmıştı. Refik Halit Karay, Haldun Taner gibi edebiyatçılarla arkadaş olan Uzel, 1987-1994 tarihlerinde Zaman Gazetesi'nde köşe yazıları yazmıştı. Kültür dünyamızın ve Türk tasavvuf musikisinin önemli şahsiyetlerinden Nezih Uzel, Üsküdar Bağlarbaşı'nda tedavi gördüğü hastanede kalp krizi sonucu vefat etti. Böbrek yetmezliği nedeniyle bir süredir tedavi altında tutulan 74 yaşındaki Uzel'in iki sene önce de kangren nedeniyle sol ayağı kesilmişti. Mevlevi kültürünün tanıtılması için yoğun hizmetlerde bulunan bendir sanatçısı Uzel'in cenaze namazı yarın Üsküdar Selami Ali Camii'nde öğle namazını müteakip kılınacak. Törenin ardından Uzel'in naaşı Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilecek.

1938 yılında Bursa'nın Mudanya ilçesinde dünyaya gelen Nezih Uzel, Galatasaray Lisesi'ni bitirir. Yenikapı Mevlevihanesi son şeyhi Abdülbaki Dede'nin oğlu Resuhi Baykara, Abdülbaki Gölpınarlı ve Şeyh Mithat Bahari Beytur aracılığıyla Mevlevilikle tanışır. 15 yıl Üsküdar'da eski Özbekler Dergâhı son şeyhi Necmettin Özbekkangay'ın yakınında bulunan Uzel, Necmettin Efendi'den 'hizmet hilafeti' alır. Unutulmaya yüz tutan Mevlevi kültürünü geniş kitlelere tanıtır. "Hep eski zamanlardaki esrarengiz âşıklar gibi gezip tozarak şiirler okuyan bir derviş olmak istedim." diyen Uzel, mütevazılığı ile gönülleri fetheder.

Musikiye ilgi duyan Uzel, 1966'da Münir Nurettin Selçuk yönetimindeki İstanbul Belediye Konservatuvarı İcra Heyeti'nde ve İstanbul Radyosu'nda kudümzen olarak görev alır. Uzel, 1981 yılında, Semazenbaşı Ahmet Bican Kasaboğlu ile birlikte İstanbul Sema Grubu'nu kurar. Mevlevi ayinleri, ilahiler, Yasin-i Şerif ve klasik Bektaşi nefeslerinden oluşan 25 adet plak ve CD'yi yayınlayan grup yurt içinde ve dışında yüzü aşkın konser ve sema gösterisi düzenler.

Gazetecilik ve yazarlık da yapmıştı

Tanınmış sanatkar arkadaşları ile birlikte Üsküdar Mevlevihanesi'nde ilk defa sema gösterisi yapan Nezih Uzel, 1987 yılında Kütahya Mevlevihanesi'nde 1925'ten sonra düzenlenen ilk sema törenini gerçekleştirdi. Nezih Uzel, grubu ile 1998'de Prof. Guiseppe Fanfoni tarafından onarılan Kahire Mevlevihanesi'ni hizmete açtı. Uzel, Refii Cevat Ulunay'ın teşvikiyle gazeteciliğe başladı. Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay, Reşat Ekrem Koçu, Haldun Taner gibi pek çok yazarla tanışarak samimiyetini ilerletti. Usta sanatçı, 1987-1994 tarihleri arasında Zaman Gazetesi'nde köşe yazarlığı yaptı. Bir dönem Yeni Yüzyıl ve Ortadoğu gazetelerinde de yazılar yazan Uzel, birçok yerli ve yabancı gazetede muhabirlik de yapmıştı. Uzel, Edward Said'in Oryantalizm kitabını Türkçeye kazandırdı.




HABER

Nezih Uzel'in evi müze olacak
04.05.2012

Geçirdiği rahatsızlık sonucu önceki gün hayatını kaybeden bendir üstadı ve gazeteci-yazar Nezih Uzel, dün Üsküdar Selami Ali Camii'nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından son yolculuğuna tekbirlerle uğurlandı.

Uzel'in cenaze törenine başta talebeleri olmak üzere, Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara, Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı İlber Ortaylı, gazeteci yazarlardan Mehmet Şevki Eygi, Mustafa Armağan, Mahmut Erol Kılıç, Beşir Ayvazoğlu, Ali Satan ve çok sayıda vatandaş katıldı. Uzel'in tabutu üzerinde bulunan Mevlevi kavuğu ve siyah bir Mevlevi hırkası dikkat çekti. Vasiyeti gereği Mevlevî geleneğine göre eller üzerinden geçirilerek cenaze aracına konulan Uzel'in naaşı Karacaahmet'te bulunan aile mezarlığına defnedildi. Tarihçi İlber Ortaylı, "Müziğinden ve fikirlerinden yararlandığımız biriydi. Güzel bir insandı. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun." dedi. Uzel'in unutulmaya yüz tutan geleneğimizi yeniden hatırlattığını kaydeden Armağan, "Kendisi ile geç tanıştım. Ama kısa sürede samimiyetimiz ilerledi. Umarım öğrendiklerini öğrenmeyi başarmışızdır. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın." ifadelerini kullandı. Bendir ustası Nezih Uzel, Mevlânâ ve Mevlevî ayinlerini yurtdışına taşıyan bir isimdi. Kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Uzel, gazetecilik, yazarlık ve çevirmenlik de yapmıştı. Refik Halit Karay, Haldun Taner gibi edebiyatçılarla arkadaş olan Uzel, 1987-1994 tarihlerinde Zaman Gazetesi'nde köşe yazıları yazmıştı. Bilahare yazılarına Ortadoğu gazetesinde devam etmişti.





SÖYLEŞİ

Atatürk, İngilizler'in iç çatışmasından yararlandı
sondevir 17 Mart 2014

“Tarih Unutmaz Yüzbaşım” alt başlığını taşıyan "Atatürk'e Nasıl Vize Verdim" isimli kitabın yazarı Nezih Uzel, Mustafa Kemal’e vize veren İngiliz Yüzbaşı John Godolphin Bennett ile 1972 yılında İstanbul’da Özbekler Tekkesi’nde söyleşi yapıyor. Gazeteci Nezih Uzel o söyleşinin hikayesini şöyle anlatıyor;

Özellikle Türkiye’de ve yine özellikle yakın tarih konusunda her geçen gün ortaya çıkan gerçekler resmi tarihe meydan okuyor. Çok değil 80 yıl önce yaşanmış olaylardan ya habersiziz ya da bazıları konusunda yanlış bilgilendirilmişiz.

Örneğin Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a çıkma meselesi.. Türkiye’de okula giden herkese, Mustafa Kemal’in tek başına gizliden plan yaparak yıkık dökük bir gemiyle Samsun’a çıkma efsanesi anlatılmıştır.

Ancak gerçekler biraz daha farklıdır. Mustafa Kemal ve yaklaşık 40 arkadaşı bizzat Padişah Vahdettin’den aldıkları bütçeyle Anadolu’ya gitmek için görevlendiriliyorlar. Hem de Osmanlının o dönemdeki en lüks gemilerinden biriyle..

Mustafa Kemal ve arkadaşlarına Vizeyi ise o dönemde İstanbul’u işgal eden İngilizler veriyor. Mustafa Kemal’e vize veren İngiliz Yüzbaşı John Godolphin Bennett ise, 1972 yılında Gazeteci Nezih Uzel’e konuşuyor.

İngiliz Subay, İstanbul’da Özbekler Tekkesi’nde verdiği röportajdan 2 yıl sonra da vefat ediyor. Bu konuşma ise geçtiğimiz günlerde Selis Yayınları tarafından kitaplaştırılıyor.

Kitabı okuduğunuzda bir kez daha görüyoruz ki, tarihi olaylar resmi tarihe bırakılmayacak kadar önemli. “Tarih Unutmaz Yüzbaşım” alt başlığını taşıyan "Atatürk'e Nasıl Vize Verdim" isimli kitabın yazarı Nezih Uzel, olay röportajın öyküsünü ve yaşadıklarını 2008 yılında Vakitten Muharrem Coşkun'a şöyle anlatıyor:.

Nezih bey kısaca sizi tanıyalım, Kimdir Nezih Uzel?

1938 Mudanya doğumluyum. Çok küçük yaşlarda Mudanya da Güneş diye gazete çıkarıyorduk. Daha sonra da 1961’de Milliyet’te foto muhabirliği, 1966’da Hürriyet’te parlamento muhabirliği, 1967’de Dünya gazetesinde fiili olarak profesyonel gazetecilik yaptım. Daha sonra Ortadoğu’yu , çıkardık. 1987 -1994 arası Zaman’da yazılar yazdım. 1994’ten sonra da çevirilerle kitaplara ağırlık verdim.

Yaklaşık 25 kitabımla birlikte albümlerim var çoğu tasavvuf musıkisi ağırlıklı.

Tasavvuf Musıkisi ve Mevlevilikle bir uğraşınız var. Biraz anlatır mısınız nasıl başladı bu? Galatasaray Lisesi’nde okurken, müziğe, tasavvufa, tekkelere ve dergaha hevesliydim. Konya’ya giderdim sık sık. O zamanlar tasavvuf müziği denmezdi “tekke ilahileri” denirdi.

Gençlik yıllarında merakla üzerine gittiğimiz kültür yok olmak üzere olan doğu kültürüydü. Bu ise eski kültürün devamıydı. Osmanlı kültürünün son kalıntılarıydı. Zaten O kültürü bilen insanların hepsi 1970’li yıllarda yok oldular. Bu kültürün temsilcileri kayboldu.

ŞEYHİN DUDAĞI KIPIRDAYINCA VALİ KIZDI

Mevlevilikle de teşrik-i mesainiz oluyor. Mevlevi ayinleri nedeniyle uğradığınız bir koğuşturma ya da sıkıntı yaşadınız mı?

677 Sayılı bir kanun var. Takrir-i Sükun döneminin inkılap kanunu. Bütün dernekleri ve bütün faaliyetleri yasaklayan kanun bu. Tedbir mahiyetinde bir kanun. Prof. Sıddık Sami Onar’ın fikrine göre, zamanla gücünü kaybedecek, inzibati tedbir kanundur bu ama maalesef öyle olmadı. Tarikat ve tekkeleri kapatan kanun, bunun kültür boyutunu düşünmemiş, halbuki bir kültür var ortada. Bu kültürün devamını istiyoruz. Geçmişteki dini ve tasavvufi durumun aynen devam edeceğini zaten düşünmüyoruz. Ama bunun yaşatılması gerektiğine inanıyoruz.

Nasıl aştınız peki sıkıntıları?

İkili oyunlarla aştık. Örneğin Konya’ya gelen yabancılar, 1962’de bunun bir tarikat ayini olduğunu biliyorlardı. Biz ise biz buna gösteri adını taktık. 1956’dan itibaren Mevlevi ayinleri peyder pey yapılıyormuş. Ben de ilk o sıralarda başlamıştım. Konferanslar anma günleri yapılıyordu. 1956’dan itibaren Sultan Veled Devri dediğimiz ritüel de yapılmaya başlanıyor. Buna göre 12 eleman var, başında bir şeyh bulunuyor selamlaşmalar oluyor. Dediğimiz bu ritüeli de hayata geçirdik.

Ondan sonra yasaklamalar devam ediyor. Bugün hala o kanunu uygulamak isteyen bir savcı bizim şu andaki toplantımızı bile, “ayin yaptınız” diye yasaklayabilir. Bu kadar istismara açık bir madde.


Yürürlükte yani o kanun?
Tabii.

Kanun suçun kapsamını da tarif etmemiş. Hakimin kanaatine bağlı, camideki şekilde yan yana oturursanız suç değil, çember şeklinde oturursanız suç oluyor. Kanunun tatbikatı sırasında bu çeşit sıkıntılar yaşanmış.


Hiç şahit olduğunuz olay var mı?

Elbette. İlk yıllarda Konya’da idare bizi bir tiyatro gösterisi gibi sunma gayretindeydi. Turistler bile bunun bir ayin olduğunu biliyordu ama onlar bunu gizlemeye çalışıyorlardı. İş çok basite kadar iniyordu. Mesela Sultan Veled Devri dediğimiz bir bölüm var, orada Derviş’in zikrullahla meşgul olması, ism-i celal okuması lazım, “Allah” demesi gerekiyor. O zaman orada olan Konya Valisi şeyhin dudakları kımıldayınca, “bu ne diyor, Allah mı diyor” diye kızıyor. Oradaki grup şefi, “Efendim malum yaşlıdır, dün akşam kalp krizi geçirdi nefes alamıyor. dudakları titriyor” diyor. Buna benzer pek çok örnekleri olan olaylar yaşandı. İdareyle olan bu ikili oyun, 30 yıl devam etmiştir.

Mesela sıkıyönetimin olduğu bir dönemde, Kültür Bakanlığı görevlileri, kareye girerek şeyhin portresini çekmek istediler. Ritüelin içine girerek postnişin posta doğru yürürken, bu yapılmak istenen ritüelin esaslarına aykırı. Oraya giremezsiniz. Orada şeyhin biri itiraz etti görevlilere. Sonra olay başka yerlere çekildi. “Yobazlar resim çekilmesine karşı çıktılar” diye.


Sanıyorum daha fazla olay yaşanmamasında, sizin alttan alan tavrınız etkiliydi?.

Tabii ki. O muhakkak.

MEVLEVİLİK’İN İÇİ BOŞALTILDI, ŞOV ARACI YAPILDI

Mevlevilik’in önemi nedir sizce?

Osmanlı’da Mevlevilik kabul edilen 12 resmi tarikattan biriydi. Devlet ortağıydı. Mithat Paşa, anayasası ilk olarak Mevlevi tekkesinde konuşulmuştur. Yani devletin anayasasının konuşulduğu bir yer. Buraya kadar yükselmiş bir kuruluş. Cumhuriyet’le birlikte bir anda yapının dışına itilmesi tabii hoş olmamış. Rejim ve sistem değişiyor ama gelenek devam ediyor. Bir anda büyük bir kopukluk olması sıkıntı oluşturuyor. Tekkesi, dergahı yok ama adı var.


Bugün Mevlevilik ne durumdadır, gerçek anlamda hakkı veriliyor mu bu tarikatın?

Mevlevi ayininin sadece gösterisi, vitrini, şov tarafı kalmıştır. Mevlevilik bu değil. Bizim neslimiz ayinleri çıkardı ortaya ama ruhu yok. Bizden sonraki nesil ne yapar bilmiyorum. Tamamen bir şov. Giderek de şovun da karakteri bozuluyor.

Uzel, Çanakkale Savaşı'nda doktor olarak görev yapan babasından kalan bir serum şişesinin paketlenmiş halini gösteriyor.

Kadın semazen tartışması da yaşanıyor. Sizce kadın semazen olur mu ayinde?

Kadın olmaz. Bunun bazı sırları var. Kadın erkeklerle futbol da oynamıyor. Bütün tekkelerde kadınlar için arkada bir kafes vardır. Kadınlar oralarda sema ederdi. Erkeklerle asla. Bir tarihte, bir balonun üstünde Hz. Pir’in resmini bağlamışlar. Mimar Hakkı Ayverdi buna itiraz etti. Manevi ağırlığa uygun değildi. 10 dakika sonra o indirildi o resim. Bugün bunu yapacak kimse yok. Şov da bozulmuştur, Mevlevilikten de uzaklaşılmıştır.


Tarikatlar tekkeler hala yasak olmasına rağmen, Mevlevi ayinlerine devlet erkanı katılıyor ve kutlamalar yapılıyor. Devlet Bu gösteriyi kullanıyor mu?

Muhakkak ki. Bunu bir turistik gösteri haline getirdiler. Bugün Konya’da yapılan töreni Diyanet İşleri’ne sorasınız dine uygun mu diye “değildir” der.


TEK PARTİ DÖNEMİ İSTENİYOR
Biraz da gündeme gelelim. Bir gazetecisiniz. Türkiye’nin yakın tarihini biliyorsunuz. Yargıtay Başsavcısı AKP hakkında kapatma iddianamesi hazırladı. İddianamede dini söylem ve niyetler suç olarak gösterilmiş. Nasıl yorumlamak lazım?
Türkiye bir reaksiyon devleti, cumhuriyetin kendisi askeri darbe zaten. Askeri darbeler daha sonra da devam etti.. O dönem belki zecri tedbir gerekiyor olabilir ama, bugün artık onlar geride kaldı. O dönemler bitti. Bugün bir savcı hala o kanunları kullanıyorsa, o günün özlemini çekiyorsa o savcı en büyük gericidir. Çünkü o dönemlere bir özenti var. Ama yapı itibariyle bir savcı o hukukun dışına çıkamıyorsa bu ayrı. Bir reaksiyon devleti olduğumuz için savcının o kanunları uygulaması da zorunlu. Ben 60 yıldır “irtica” lafı duyarım. İrtica olmasa da icad ederler. Çünkü kuruluş sebebi bu. Her devletin çözemediği sorun var. Reaksiyon olarak kurulan devlet için bu daha da zor. 1500 yıl din-ü devlet diye yönetiliyorsun şimdi bir anda bunu söküp atmaya kalkınca sorun çıkıyor.

Devrimlerin tepeden dayatılmasının ters tepmesi olabilir mi bu?

Dinin toplum dışına ve devlet kontrolüne alınması hedeflendi. Bunda da yalnız İslam dini hedef alındı. Zira cumhuriyet döneminde başka dinlere ve dini kurumlara dokunulmamış. Mesela tekke ve zaviyeler kanunu sadece Müslümanlara uygulanmış. Gayr-ı müslimlerin bütün tarikatları ortada. İstanbul’da Kilisesi olan Fransız Cizvit kilisesi devam ediyor ki bu bir tarikattir.

Bugün yaşananlara baktığınızda, darbe bekliyor musunuz?

Ben bu konuda yazı yazdım. Bu sefer adliye darbe yaptı diye.. Memleketin yarısından oy almış partiye dava açılırsa cumhurbaşkanına yasak istenirse, darbedir bu. ABD’de Cumhuriyetçi partiye kapatma, Bush’a yasak istemek gibi bir şey bu. Meclis’in duvarına “Hakimiyet bil-a kayd’ü şart Milletindir” diye yazacaksın, savcı çıkacak ben de varım diyecek. Hayır efendim. Sen kendini Meclis yerine koyamazsın.

Bunu yapmak zorunda mıydı Cumhuriyet yönetimi? Resmi düşünce bir dönem için belki haklıdır, ama bu tutum sorunları çözmemiştir, geriye itmiştir. Şimdi bu sıkıntıyı yaşıyoruz. Gerçek neyse ortaya çıksın, yara varsa sarılsın.

RESMİ TARİHE HINCIM ARTTI

Kitaba gelelim isterseniz. Mustafa Kemal’e vize veren İngiliz subayla röportajınızı içeriyor. Röportaj ne zaman yapıldı? Biraz anlatır mısınız?
Röportaj 1972’de yapıldı.

Neden şimdiye kadar beklediniz, bir yerde yayınlanmadı?

Basın ilgilenmedi, Nezih Demirkent’in önüne koydum, bir hafta sonra iade etti, “bırak bunları resimli roman yaz” dedi. Milliyeti bu hale getiren Rahmetli Turhan Aytul’ün önüne götürdüm ilgilenmedi. Bennett’le matbaaya gittik ama yüzüne bile bakmadı. Röportaj kapı kapı dolaştı, ama yayınlayan olmadı. Atatürk’ü mezardan çıkarıp getirsem belki onu da tanıyamayacaklardı.

Yüzbaşıyla nasıl tanıştınız ve konuşturdunuz?
1971’de sağ- sol kavgası vardı, fiili gazeteciliği bırakmaya karar vermiştim. Ama Bennett’in Türkiye’ye geldiğini Konya’ya gittiğini, dolaştığını duyuyordum. Dostları olduğunu falan biliyorduk. Onun üzerine Hasan Şusut diye birini araya koyarak yanına gittik. Uzun zamandır kimseyle konuşmamıştı zaten. İkna ettik konuştuk. Cahit Tütengil vardı, küçük bir makale yazmıştı Bennett’le ilgili o kadar.

Siz Mustafa Kemal’in vize meselesini konuşmaya mı gittiniz?

Hayır. Vize meselesinin de farkında değildim o zamanlar. Ki biz Mustafa Kemal’i Samsun’a kaçarak, gizliden gitti diye biliyoruz. Yok hava kötüydü, dalgalar battı falan destansı hikayelerle dinliyorduk o zamana kadar.

Peki, Bennett’le konuşunca, Vizeyi bir İngiliz subayın verdiğini duyunca neler hissettiniz? Bunları duyunca resmi tarihe olan hıncım biraz daha arttı. Ne Atatürk ne resmi tarih düşmanıyım, ama ben bir gazeteci olarak karanlıkta bir şey kalsın istemiyorum. Çünkü insanların gerçeği öğrenmeye hakkı var. Yalan yanlış bilgilerden hayır gelmiyor. İçimde bir aşk var, her şeyi öğreneyim diye. Neden yasaklıyorsun kardeşim, Mustafa Kemal Samsun’a gitmişse neden mistik havaya sokuyorsun, yalan yanlış bilgiler veriyorsun. Bitti işte. Ve o kadar yalan yanlış ki resmi tarihte anlatılanlar, sadece vize meselesi değil. Mustafa Kemal tek başına değil Erkan-ı Harbiye’de tanzim edilmiş 36 kişilik bir heyet var ve çoğu subay. Ve bu heyetin de tamamı gitmiyor. Samsun’a gittikten sonra da, padişaha bağlılıklarını bildirip hizmet ediyor. yani Mustafa Kemal’in Samsun’a gidişindeki olayın, soyut belgesidir bu kitap.

Gittiği vapurun da eski olduğu falan yazılıyor resmi tarih kitaplarında…?

(Gülüyor) Denizaltıyla gitti deselerdi bari..


Peki İngilizler Mustafa Kemal ve bu ekibe neden vize veriyor?

İngiliz Genelkurmayı’yla İngiliz Dışişlerinin arası açık. Hükümet karışık. Zaten M. Kemal’in başarısında bu da etkili. Dengeleri iyi biliyor. Selanik cephesinden beri bu var. Mustafa Kemal’e vizeyi veren subay zaten, bu giden heyetin, elimize verilen listedekilerin “ortalığı yatıştırmaya değil, alevlendirmeye gideceklerini biz anladık, ama dışişleri bakanlığı vizeyi vermemiz için ısrar etti. O zaman da anladık ki bunun sebebi, Rusya’daki Bolşevik isyanı” diyor. O Bolşevik isyanı olmasaydı belki İngiliz dışişleri buna vize vermeyebilirdi.

Röportajınızın gazetelerde yayınlanmamasında, “resmi tarihle ters düşmeyelim” endişesi olabilir mi?
Bana öyle geliyor.







www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)