|
Habibi Acemi
mutasavvıf
Habîb el-Acemî
Künyesi Ebu Muhammed, nisbesi el-Farisi ve el-Acemi’dir. Aslen İranlı ve ana dili Farsçadır. Basra’da yaşadı.
Önceleri tefecilikle uğraşan bir sermayedardı.
Habib yoldan geçerken oyun oynayan çocuklar, korkarak kendisinden kaçtı. Bunun üzerine son derece üzüldü ve Hasan-ı Basri’nin meclisine giderek tövbe etti.
Gündüzleri Hasan-ı Basri’den ilim tahsil etti. Geceleri Fırat kenarında yaptırdığı zaviyede ibadetle meşgul oldu.
Hasan-ı Basri, İbn-i Sirin, Bekr bin Abdullah el-Müzeni ve diğer hadis alimlerinden hadisi şerif rivayet etti. Kendisinden de Süleyman Teymi, Hammad bin Seleme, Mu’temir bin Süleyman, Osman bin Heysem gibi alimler hadisi şerif rivayet etti.
739 yılında Basra’da vefat etti.
HAKKINDA YAZILANLAR
HABÎB el-ACEMÎ
İslam Ansiklopedisi
Habîb’in tasavvuf tarihi açısından asıl önemi, zühd döneminden sonraki asırlarda teşekkül eden tarikatların silsilelerinde Hasan-ı Basrî’den sonra yer almış olmasıdır. Bu silsilelerde Dâvûd et-Tâî onun müridi olarak görülür. Nakşibendiyye, Kādiriyye, Mevleviyye gibi büyük tarikatların silsilelerinde yer alması menkıbelerinin günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır.
HAKKINDA YAZILANLAR
Habib-i Acemi Nereden nereye...
O devir Basra’sı ciddi bir ticaret merkezidir. Uzak illerden Hindistan’dan, Yemen’den, Türkistan’dan kervanlar gelir, gider. Gün boyu denkler, yükler, iner. Tacirler tahıl, baharat, silah, mücevher devirip dururlar. Ama Habib başkadır. O, ne kumaştan, ne bakliyattan anlar. Eli belinde dolaşır, hırslı tüccarlara ve sıkışan borçlulara para satar. Hesabına sıkıdır, vadesi geldi mi dakika geçirmez, imzalattığı seneti son kuruşuna kadar tahsil eder. Diyelim ki ödeyemedi. Onun için hiç farketmez ayak kirasını da ilave eder ki meblağı katladı demektir.
Bir gün tahsilat için gittiği evde aradığı adamı bulamaz. Evin hanımı “sana verecek bir şeyimiz yok” der, “bir kuzu kellesi var istiyorsan onu al”. Habib “kısa günün kârı” der kelleyi kapar. Eve getirir, hanımı yıkar, paklar, baharatlara bular ve haşlar. Tam et kokusu iştah kamçılamaya başlamıştır ki kapı çalınır. Mahallenin gedikli dilencisi eşikte biter. Habib bu davetsiz misafirden hoşlanmaz. “Sana verdiklerimi saklasaydın şimdiye kadar zengin olmuştun” diye azarlar. Dilenci gün boyu terslenmeye alışıktır ama bu kez mahzun olacağı tutar.
Tenceredeki kan Habib söylene söylene sofrasına döner. Ne görse beğenirsiniz. Biraz evvel iştah kabartan yemek kan kesilmiştir. Habib tutulur kalır. Gözlerini kısar, elini çenesine dayar “ben ne yapıyorum ya” der, “hem bu gidişin sonu nereye?”
Biran başı döner, kulakları uğuldar. Evde duramaz, dışarı çıkar. Neden öyle yaptığını kendisi de bilemez ama Hasan-ı Basri Hazretlerinin dergâhına koşar. Onu gören yolunu değiştirir, çocuklar bile çil yavrusu gibi dağılır, kuytulara saklanırlar. Habib, büyük velinin huzurunda tövbe eder. Sonra samimiyetle sorar: “Şimdi ne yapmalıyım?”
-Üzerindeki kul haklarından kurtulmaya bak.
Bir tövbe ile insanın siması değişir mi? Samimiyseniz değişir, vallahi değişir. Zira aynı yoldan dönerken çocukların kendine gülümsediğini hisseder. İçine ılık ılık bir şeyler akar, kalbi insan sevgisiyle dolar.
Habib hemen bir tellâl tutar ve kimden ne aldıysa geri vereceğini ilan eder. Malı mülkü bir anda erir. Bırakın muhteşem evini, küheylan atını, silahlarını, tenceresi tavası bile elinden gider. Hatta son gelen alacaklıya gömleğini vermek zorunda kalır. Verdikçe yıkanır, helalleştikçe arınır.
Çalışsın artıralım
Habib sermayeyi sıfırlamış elde avuçta bir şey bırakmamıştır ama bakmak zorunda olduğu çocukları vardır. Hanımı bir sabreder, iki sabreder, nitekim bir gün yiyecekleri kalmadığını söyler. Habib seccadesini Fırat kıyılarına serer, akşamlara kadar ibadet eder. Eve geldiğinde hanımı iş bulup bulmadığını sorar. Habib, “çok iyi bir iş buldum” der, “eğer bugüne kadar bu işte çalışsaydım neler kazanmazdım.”
Habib sonraki günler evden daha erken çıkar, daha geç döner, kendinden geçercesine ibadet eder. Üç beş gün sonra hanımı yine sıkıştırır. Evde hiç bir şey kalmadığını hatırlatır. Habib “Öyle cömert birinin hizmetinde çalışıyorum ki” der “kereminden bir şey istemeye utanıyorum.”
-Artık istesen iyi olacak ama.
-Tamam.
-Tamam, tamam diyorsun ama istiyemiyorsun. Bak bu gün son olsun. Akşama bekliyorum.
Habib yine seccadesini serer, zikreder. Evde bir şey olmadığını hatırladığında hava çoktan kararmıştır. Hanımını nasıl geciştireceğini düşüne düşüne evine yaklaşır. İçeriden ekmek, yemek kokuları gelmekte, çocukların neşeli çığlıkları dışarılara taşmaktadır. Hanımı onu kapıda karşılar. “Efendin gerçekten kerem sahibi imiş” der. “Sen henüz çıkmıştın ki dört beyaz elbiseli adam geldi. Birisi un çuvalını, birisi yüzülmüş koyunu, birisi de içinde yağ, bal, baharat bulunan zenbilleri bıraktı. En sondaki nur yüzlü eşiğe içinde 300 dirhem olan bir kese koydu ve dedi ki: “Habib’e söyle, daha fazla çalışsın ücretini artıralım!”
Gönül diliyle
Bir zaman sonra hanımı Umrete Hatun da sırra vakıf olur. Artık birlikte çalışırlar, gecenin bereketli vakitlerini asla kaçırmazlar. Hatta saliha kadın “Aman efendi” der, “gece geçiyor, abidler kafilesi gitti, selâmete ulaştı, kalk geri kalmayalım”.
Umrete Hatun bir gün hamur yoğururken bir fakir kapısını çalar. Kadıncağız onu boş çevirmemek için teknesindeki hamuru verir. Dakika geçmeden meçhul biri kapıyı çalar ve bir kucak ekmek bırakır ki henüz buharı tütmektedir. Çocuklar bir hamurun gittiğini, bir ekmeğin geldiğini görür çok şaşırırlar.
Habib-i Acemi adım adım tasavvuf basamaklarını tırmanır. Gün gelir Hasan-ı Basri Hazretleri bile sözü ona bırakır. Bazıları “siz varken ona söz düşer mi?” derler. Büyük veli başını mânâlı mânâlı sallayıp gülümser. “Habib kalbinden konuşur” der, “ve söylediklerini kalplere nakşeder.”
Habib-i Acemi Kur’an-ı kerim okumaktan tarifsiz bir tad alır ve arapçayı iyi bilenlerin bile vakıf olamadığı sırları kavrar. Hasen-i Basri “Evet o acemdir (İranlıdır) ve arapçası acemicedir. Ama unutmayın adı gibidir. Habibdir (sevgilidir)” der. Habib-i Acemi aşk ile başlayınca az zamanda çok mesafe alır. Gün gelir Araplara, arapça dersi verir ve Hadis alimleri arasında parmakla gösterilir.
Cennetteki konak
Horasanlı’nın biri Basra’ya gelir. Önce hacca gidecek, dönüşte Basra’da bir ev alacak ve yerleşecektir. Arkadaşları “paranı yanında taşıma” derler, “güvenilir birine emanet et, uygun bir ev çıkarsa, senin adına satın alsın.”
Adam da öyle yapar, tutar Habib-i Acemi’ye 10 bin dirhem bırakır. “Münasip bir ev bulursanız alın” der, “bulamazsanız sizde kalsın, dönüşte alırım”.
İşte tam o günlerde Basra’da görülmemiş bir kıtlık olur. Fukaranın feryadı göğe yükselince Habib-i Acemi dayanamaz emanet paraları muhtaçlara dağıtır. “Eğer razı olmazsa, borcum borç” der, “Nasıl olsa Rabbim bana yardım eder, öderim”. Aradan üç ay mı geçer, beş ay mı bilemiyoruz ama Horasanlı hacdan döner. “Habib sana cennetten öyle bir köşk aldım ki” der, “Altından ırmaklar akıyor.” Horasanlı bu Allah dostunu kırmaz. Büyük bir teslimiyetle “Tamam kabul” der, “ancak sened yazarsan!”
Mübarek eline kalemi alır ve başlar yazmaya “Habib-i Acemi’nin azîz ve celîl olan Rabbinden şu Horasanlı için satın aldığı köşkün senedidir. Allahü teala vasıfları yukarıda belirtilen köşkü Horasanlı’ya verecek ve Habib’i on bin dirhem borçtan kurtaracaktır.” Senedin altına mühür basar, imzalar. Bakın şu işe Horasanlı o günlerde vefat eder. Vasiyeti üzerine senedi de onunla beraber gömerler. Ertesi sabah kabrin üzerinde nurla yazılmış bir mektup bulunur ki özetle şöyle demektedir. “Şüphesiz ki Allah-ü teala bahsi geçen köşkü Horasanlı’ya verdi. Herkes bilsin ki Habib borçtan kurtulmuştur!”
www.biyografi.net (Binlerce Biyografi) |
|
|
|