Ümit Besen
besteci, şarkıcı



14 Ekim 1956 tarihinde Osmaniye’de doğdu. İlkokul sıralarında amcasının kırık bir melodikasını bulup çalmaya başladı. Babası tarafından bu yeteneği fark edildi ve ona yeni bir melodika alındı. İlerleyen yıllarda akordiona döndü.

Daha sonra lise yıllarında org çalmaya başladı. Tayfunlar Orkestrası’nı kurdu. Bu orkestra o yörede iyi bir ün yaptı. Daha sonra lise 2. sınıfta okulu bıraktı. Müziği tercih etti. 1976 yılında askerlik görevi için Kütahya’ya gitti. Kütahya’da orduevinde şarkı söyledi. Bir general onu dinledi ve Zonguldak Orduevi'ne naklettirdi. Askerlik bittikten sonra Adana Çukurova Kulübü'nde şarkı söylemeye başladı. Milli futbolcu Metin Oktay tarafından keşfedildi.

Metin Oktay’ın İstanbul’daki gazinocu arkadaşlarına tavsiye etmesi üzerine İstanbul’a davet edildi. Tarabya’da Köşem Bistro’da as olarak sahne almaya başladı. Burada çalışmaya başladığı süre içinde plakçı olan hemşerisi Hüseyin Emre tarafından beğenildi. Ahmet Selçuk İlkan ve Selami Şahin gibi güçlü bir ekiple ilk albüm çalışmasına başladı. “Şikayetim Var” adlı uzunçalarını piyasaya çıkardı.




SÖYLEŞİ

Ümit Besen: Keşke Nikâh Masası'nı hiç yazmasaydım
Zaman 25 Ekim 2014

Ümit Besen, altı yıllık bir aradan sonra ‘Ümit Besen 2014’ adlı albümünü müzikseverlerle buluşturdu. Dillere pelesenk olan birçok şarkıya imza atan sanatçı, dışarıdan neşeli ve sempatik görünse de aslında içine kapanık ve duygusal biri olduğunu söylüyor.

Ümit Besen, altı yıl sonra yeni bir albüm çıkardı. Bu albümü vesile ederek, kendisiyle söyleşi yapmak istiyorum. Öğreniyorum ki Bodrum’a taşınmış ve sadece hafta sonları İstanbul’a geliyor. İki gece üst üste sahneye çıkıp yeniden Bodrum’a gidiyor. Ümit Besen ve benim ortak dostumuz Hakan Eren’i söyleşi konusunda aradığımda, artık gazetelere söyleşi vermek istemediğini söylüyor. Sebebini sorduğumda, hâlâ “Müziğe nasıl başladığını, bu şarkıları kendisine kimin yazdırdığı?” gibi, müziğe yeni başlamış birine sorulacak soruların kendisini sıktığından bahsediyor. Bir cumartesi akşamı İstanbul’da yıllardır sahneye çıktığı Mercan’ın yolunu tutuyoruz. Babacan bir tavır ve tebessümle karşılıyor bizi. Sohbete başlamadan önce yakın bir arkadaşıyla yaptığı telefon konuşmasında espri üstüne espri yapıyor. Bu sıcaklıkla ve yeni albümle başlayan sohbetimiz, Cem Yılmaz’ın düğününe kadar uzanıyor.



Altı yıldır albüm yapmıyorsunuz. Neden bu kadar geç kaldınız?

Aslında albüm yapmak istemiyordum. Bu altı yılın üç senesi içimden bir şey yapmak gelmiyordu. Çünkü kardeşimi kaybettim. Üç sene kanserle mücadele ettik ama kaybettik. O dönem çok yoğun duygular yaşadım. Mesela albümdeki İyi Ki Yoksun o dönemde ve o duygu yoğunluğunda yazılan bir şarkıydı.

Bu şarkı diğerlerinden çok farklı zaten. Sizden duymaya pek alışık olmadığımız rock altyapılı bir şarkı.

Ağlayarak yazdım o şarkıyı. Sanki bir rockun isyanı gibi düşündüm o an. O yüzden sert bir altyapısı oldu. Çünkü kardeşimin akabinde de dayımı kaybettim. Ankara’da trafik kazasında vefat etti. Anneme hitaben yazılmış bir parça o. Anneme diyorum ki: ‘Biricik kardeşin var ya, Bir haber aldık ki sorma, Oğlun da birazcık hasta, Ne diye sorma, Yanıyoruz için için, Dermanı yok derdimizin, Birimiz hepimiz için, Ölsek ne fayda.’

Sonraki üç yıl...

Üç yıl kardeşimin tedavisiyle meşgul olduk. Diğer üç yıl da piyasanın durumu yüzünden bir şey yapmak istemedim. Piyasanın durumu malum, albüm satışları diye bir şey kalmadı. İnsanlar sevdiği sanatçının bile CD’sini almayıp internetten dinliyor.

Bu durum da sizi ister istemez albüm yapmaktan soğuttu.

Aslında beni soğutmuyor, plakçıyı benden soğutuyor. Yapımcı para kazanmak, biz ise insanlarla duygularımızı paylaşmak için albüm yaparız. Bir sanatçı olarak şahsen kendi duygularımı paylaşmak için şarkı yazıyorum. Bu albümden beş kuruş para almadım. Para konuşmadan bütün bestelerimle stüdyoya girdim. Prestij çalışması olarak, sevenlerim benden bir çalışma bekliyor diye. Gerçi Hüseyin Emre teklif etmese belki de yapmazdım yine. ‘Ümit artık bir şeyler yapalım.’ dedi. Ben de kabul ettim.

Hüseyin Emre ile bir dönem kırgınlık yaşamıştınız. Aranızı nasıl yumuşattınız?

Hüseyin Emre, müzik kariyerimde yola ilk çıktığım arkadaş. Aramızda bir kırgınlık vardı. O yüzden 2006 ve 2008’de Ati Müzik’e iki albüm yaptım. Kariyerim boyunca ilk kez farklı bir plak şirketiyle çalıştım. Cenazeler ve ölümler insanları birleştirirmiş ya... Sağ olsun bu dönemde geldi gitti, acımı paylaştı. İnsanlar filmin koptuğu yerden montajı yapıp devam etmek istiyor. O dönemi yaşayınca, ‘Üç günlük dünya sonuçta, ne olacak’ deyip kırgınlıkları unutuyorsunuz. İkimiz de birbirimize çok şey borçluyuz sonuçta.

Müzik dünyasının önde gelen isimleri bile bu dönemde single çalışması yapıyor. Siz düşünmediniz mi hiç?

Aslında bu dönemde böyle bir şey yapmak fedakârlık gibi görünüyor ama dinleyicilerime karşı kendimi borçlu hissediyorum. Albümde on şarkıya yer vermiş olsak da daha bestelerim var. Bir albüm daha çıkarabiliriz.

Albümde genelde kendi şarkılarınızı seçmişsiniz. Neden dışarıdan sadece iki şarkı aldınız?

Evet. Dışardan güzel şarkı bulabilseydim onlardan da mutlaka koymak isterdim ama gelmedi. Hüseyin’e sunduğum şarkılar benim şarkılarımdı. O da bana iki şarkı önerdi. Yavuz Hakan Tok’un İzmir diye bir şarkısı var. İzmir’in benim için önemi büyük. Bu sebeple şarkıyı seslendirmek istedim. Çünkü ilk kez İzmir Konak’ta Ümit Besen Evlendirme Dairesi ile adım yaşatılmak istendi. Sevgili Hakan Tartan, ‘Biz sevgiyi senden öğrendik, adını buraya koymak istiyoruz.’ dedi. Ben de “Neden olmasın, bir gün indirmezlerse koyun.” dedim.

Sizi ne zaman görsek neşeli, esprili ve hayat dolusunuz. Bu kadar romantik ve duygusal şarkılar nasıl çıkıyor?

Evet, öyle görünüyorum ama aslında içime kapanık biriyim. Bu albümde yer alan Her Gece Onun İçin adlı şarkıda bunun cevabı var aslında. ‘İçim ağlar, yüzüm güler, Ben aslında bu değilim, Güçlü görünmeliyim, Ayakta durmak için...’ diye. Yaşadıklarım bazen yazmaya zorluyor beni. İçimde fırtınalar kopuyor ama dışarıya bir damla vermemeye çalışıyorum. İnsanlar beni el üstünde tutuyor fakat neler yaşadığımdan kimsenin haberi yok. Kendi kendime gözyaşlarımla boğulup düşündüğüm oluyor. Mazi geliyor aklıma, kardeşim geliyor, annem geliyor. Yaşadıklarım...

Şarkılarınızın ne kadarında siz varsınız?

Yüzde yüzünde varım. Benim olmadığım, hissetmediğim şeyleri yazamam. Gerçekten çok etkilenmiş olmam, beni duygulandırmış olması gerekir. Mesela Bana Abi Deme şarkısı gibi. Onu doktor bir arkadaşımdan esinlenmiştim. Asistan bir kıza âşık olmuştu. Kız da ona abi deyince aşkını söyleyememişti. O beni çok etkilemişti ve bunu yazdım.

Müziğe sizinle başlayan birçok isim piyasadan silinip gitti. Sizin kalıcı olmanızın sırrı nedir?

Duruşum, karakterim. İnsanlar bence müzikten önce beni seviyor. Müziğimde de ortak buluştuğumuz yerler olunca bu sevgi katlanıyor. Dün birisi geldi, ‘Kızım karnımdayken sizi dinliyordu, şu an yirmi altı yaşında, yine sizi dinliyor.’ dedi. Kimisi doğan çocuğunun ismini Ümit koymuş. Çoğu insan biz sizin şarkılarınızla evlendik diyor. Demek ki birçok insanın hayatına dokunmuş, bir iz bırakmışız. Bunlar parayla kazanılmayacak ve sizi yaşatan şeyler. Çünkü yazdığım birçok şarkı yıllardır dillerde. Başkalarına muhtaç olmadan kendi yazdıklarımla ayakta durabildim. Bunun da etkisi var. Bir de çektiğimiz filmlerin de etkisi var. Birkaç kuşak benim şarkılarımla büyüdü.

Yıllardır aynı yerde sahneye çıkıyorsunuz. Başka bir yerde çalışmayı hiç düşünmediniz mi?

Az kazandığım halde yıllardır burada sahne alıyorum ve pişman değilim. Burayı kendi evim gibi görüyorum. Öte yandan bugün Tarabya’dan geçtim, ilk çalıştığım yer Köşem Bistro yıkılmış. Yıldızlar da yıkılmış, içine minibüsler park etmiş. Çalıştığım yerler ya mobilyacı dükkânı oluyor ya banka oluyor ya da yıkılıyor. Nikâh masası yapmak için mi mobilyacı yapıyorlar bilemiyorum. (Gülüyor)

Günümüzde yapılan duygusal ve aşk şarkılarını nasıl buluyorsunuz?

Kimisi güzel, kimisi çok laubali. Aşkı çok hafife alıyorlar. Aşk denen ulvi duygu gitmiş, sadece bu iş bir flörtmüş gibi yazılıyor şarkılar. Bu ulvi duyguyu, hasreti, acıyı, özlemi yaşamak ve ona göre yazmak gerek. Aşk kavramı çok dejenere oldu.

Eskisi gibi kalıcı şarkılar da çıkmıyor…

Evet çoğu saman alevi gibi geliyor ve geçiyor. En fazla bir-iki ay söyleniyor, sonra kaybolup gidiyor. Günübirlik şarkılar yapılıyor. Bunun sebebi de sadece tutsun kaygısı. İçinde yaşanmışlık ve duygusallık olan şarkılar çok az.

Cem Yılmaz’a Nikâh Masası’nı çalmayayım dedim, dinlemedi

Ümit Besen deyince akla gelen ilk şarkı Nikâh Masası. Oysa 500’e yakın besteniz var. Onların geri planda kaldığını düşünmüyor musunuz? Keşke hiç yazmasaydım dediğiniz oldu mu?

Demez miyim hiç? Nereden yaptım şu şarkıyı dediğim çok oldu. Programa çıkıyorum hemen bir peçete geliyor, üstünde Nikâh Masası. Yahu bir bekle. Başka şarkı yok mu? Zaten programın sonunda çalıyorum. İnanın ki bazen bıkkınlık geliyor ama yapacak bir şey yok, insanlar seviyor.

Bu şarkı aslında çok acıklı, sitem dolu bir ayrılık şarkısı. İnsanların en mutlu günlerinde bu şarkıyı istemeleri ironik değil mi?

Evet, içi çok sitem dolu. Cem Yılmaz da bu şarkıyı istedi, ayrıldı bak. (Gülüyor) Cem illa bu şarkıyla dans edeceğim, dedi. Cem yapma, bu ayrılık şarkısı, ben sana İyi Günde Kötü Günde’yi çalayım, dedim. Yok abi, ille de bunu istiyorum, dedi. (Gülüyor) Bu şarkıyı çalan bazı piyanistler damat tarafından darp edilmiş. Damat, evlendiğim kızla bir ilişkin mi var diye piyanisti dövmüş. Böyle düşünen zihinler de var. Halbuki bunu rüyada gördüm ve kalkıp yazdım. Yaşadıklarımla da örtüşen bir şarkıydı. Ben de böyle bir şey yaşadım. Sevdiğim insan başkasıyla evlendi. Sonra davetiyesi geldi.

Hâlâ şarkılar yazıyorsunuz. Üretkenliğin sırrı nedir?

Fazla duygusal olmak. Derdini kâğıtla, kalemle paylaşabilmek. Fazla kimseyle konuşamamak. Etrafımda pek kimse yoktur benim. Herkesle oturup konuşan bir insan değilim. Geçici ve sahte dostlukları sevmem. Gerçek dostlukları severim. Dostlarım için ölürüm. Sahte insanları hemen fark eder ve ayırırım. Bunlar beni yoruyor.

Sanırım İstanbul da sizi epey yormuş. O yüzden Bodrum’a taşınmışsınız.

Hiç sormayın. Geçen gün eşimi almaya gittim. Üç saat trafikte kaldık. Artık bu trafiğe, bu gürültüye dayanamıyorum. İki yıl önce Allah nasip etti, orada bir ev yaptırdık. Hanım da, ‘Bu yaştan sonra burada ne yapacağız? Gidelim biraz dinlenelim.’ dedi. O isteyince ben de kıramadım. Haftada iki gün İstanbul’a gidip geliyorum. Ben Bodrum’a giden sanatçılardan olmadım. Otuz sene boyunca toplasan iki-üç kere gitmişimdir. Çalışmaktan tatil yapmaya bile fırsatım olmadı.



Gece 2’de çıkar dolaşırdım

Sizin araba tutkunuzu bilmeyen yok. Nereden geliyor bu araba sevdası?

Tamirci çocuğuyum ben. Babamın yanında çalıştım, tornada çalıştım. Araba sevdam o zamanlarda başladı. Arabaları sevdim. İyi arabaları seviyorum. Genellikle gece biniyorum. Kapımın önünde pek durmaz lüks arabam. Bunu gösteriş için değil, sevdiğim için yapıyorum. Gece saat ikide çıkarım dışarı. Dolaşır gelirim. Kimse görmez bile beni. Tamamen kendi zevkim için.

Peki ya fotoğraf merakınız...

Rahmetli dedem fotoğraf sanatına meraklıydı. Öğretmendi. Aynı zamanda ud çalardı. Çok önemli biriydi. Ondan geliyor. Önce çocuklarımın fotoğraflarını çekerek başladım. Sonra tutku halini aldı. Genelde manzara çekiyorum. Fotoğraf teknolojisini yakından takip ediyorum. Piyasadaki en iyi makineler ve objektifler bende var.

Sizin için, ‘Çocuklarını el üstünde tutar’ diyorlar. Çok mu düşkünsünüz çocuklarınıza?

Çocuklarımın topluma yararlı birer insan olmaları için hep çabaladım. Beni yordu. Çocuğumun biri avukat oldu, diğeri halkla ilişkiler okudu. Evlendi, bana bir torun verdi. En küçüğü de medya iletişim ve görsel sanatlar okuyor. Hayatın zorluklarını onlara hissettirmeden onları yaşatmaya özen gösteriyorum. Mesela dün dokuz saat araba kullandım ve yorgun argın eve geldim. Duş alıp programa çıkacağım. Kızım dersten çıkmış, yorulmuş, uzanıyordu. ‘Baba, bana su verir misin?’ dedi. Tabii ki dedim ve gittim su getirdim. İki lokma bir şey yemeden onun suyunu götürdüm. Çocuklarıma bu kadar değer verdim. Yorgun olsam, ayaklarım titrese bile onlara koşuyorum.





www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)