Şenol Özbek
emekli asker, yazar



1962 yılında Sivas'ın Geyikpınar Köyü'nde doğdu. İlkokulu Ankara'nın çeşitli okullarında okudu. 1976 yılında Ankara Gazi Osman Paşa Ortaokulu'nu, 1979 yılında Ankara Atatürk Lisesi'ni bitirdi. Aynı yıl Kara Harp Okulu'nu kazandı. Kara Harp Okulu'ndan 1983 yılında mezun oldu. Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli yerlerde komutanlık ve karargâh subaylığı görevlerinde bulundu. Kosova, Bosna, Azerbaycan ve Kıbrıs'ta görev yaptı. Genelkurmay Karargâhı'nda çalıştı. En son görev yeri olan Kıbrıs'ta yarbay rütbesindeyken 2004 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Evli ve üç çocuk babasıydı.

Kanal A ekranlarındaki "Sivil Düşünce" programında yorumcu olarak görüşlerini aktarıyordu. Yazıları İnternethaber, Haberajanda ve Beyan dergisinde yayınlandı. Yeni bir haber sitesinin hazırlıklarını yapıyordu.

1 Nisan 2012 tarihinde İzmir'in Menemen İlçesi'nde geçirdiği trafik kazasında vefat etti. Cenaze namazı Ankara Hacıbayram Camii'nde kılındı. Karşıyaka Mezarlığı'nda toprağa verildi.






GÖRÜŞ

Strateji ve tarihî tecrübeler ne diyor?
ŞENOL ÖZBEK
EMEKLİ YARBAY
ZAMAN 30 Ekim 2007

Osmanlı, dinamik devlet yapısı içinde Kosova önlerine kadar gitmek için harcayacağı güç ve enerjiyi doğrudan İstanbul üzerine teksif etseydi, muhakkak ki bu fetih daha erken gerçekleşebilirdi. Ama bu yapılmamış, zaman zaman yapılan taciz ve kuşatmalara rağmen fetih için 1450'li yıllara gelinmesi beklenmiştir. Bunun sebebi açıktır: Bir yandan, bu süreçte Bizans'ın içinde teşkil edilen Müslüman Türk mahalleleri ve burada görevlendirilen gönül ehli insanlarla Bizans önce içten fethedilmiş, diğer yandan da şehri fethetmekten ziyade fethettikten sonra elde tutmak konusunda stratejinin emrettiği şartlar oluşturulmuştur. Bu tahmin değil, tarihî bir gerçektir ve en büyük delili de Fatih Sultan Mehmet'in, "İstanbul'u elinde bulunduran ülkenin savunma hattı Tuna'dır" sözüdür. Şartların oluştuğuna kanaat getirildiği, yani bir yandan savunma hattı olarak görülen Tuna'nın kontrol altına alındığı, diğer yandan ise Bizans'a "kardinal şapkası görmektense, Türk sarığı görmek isteriz" sözünün söyletildiği gün şehir fethedilmiştir. Bu süreç, Osmanlı Devleti'nin kuruluş felsefesine de damgasını vuran yüksek stratejinin uygulanması konusundaki en önemli örneklerden biridir. İşte o stratejinin fikirle süslenmiş hali sayesindedir ki, farklı dil, din ve ırklara mensup unsurlar, yine aynı stratejinin argümanlarıyla süslü "Türk'ün etrafında birlik projesine" dayalı devlet çatısı altında bir arada, mutlu ve müreffeh yaşatılabilmiştir.

Atatürk'ün güvendiği bölge insanını kaybettik

Günümüzde yine aynı İstanbul'u elinde bulunduran devletimizi idare eden, lakin yüksek stratejinin emrettiği tarihi arka plan fikrine yabancı olan idarecilerimizin ise, uçaklarımızın Tuna semalarına kadar gitme kabiliyetini analiz edebilmesi için, Bosna olaylarının ortaya çıkması gerekmiştir. Sonuçta, bu imkân ve kabiliyete sahip olmadığımız ortaya çıkmış, dolayısıyla tarihi arka plan fikrine dayalı stratejilerden habersiz olduğumuz anlaşılmıştır. Yaşadığımız olaylardan kendimize ders çıkarmamız ve ani bir refleks ile tarihi arka planı yeniden mercek altına yatırmamız ve dolayısıyla ciddi bir strateji değişikliğine gitmemiz gerekirken, bu yapılamadığı ya da yapılmadığı için, arka planın bizi mercek altına yatırması gibi komik ve enteresan bir durum oluşmuştur. Bugün, gerek terör ve gerekse Irak olayları ile ilgili olarak önümüzde duran fotoğrafın, ana hatlarıyla ve sebep sonuç ilişkilerine dayalı tasviri budur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti halen, tarihi arka plan fikrine yabancı bir eda içinde, aynı sülalenin ve hatta aynı ailenin, İngiliz Subaylarınca çizilmiş olan sınırın kuzeyinde kalanlarını Türk, güneyinde kalanlarını ise Kürt şeklinde niteleyen ve güneyde kalanların daha güneyinde Türk bulmak sevdasına tutulan idarecilerden kaynaklanan sıkıntıları yaşamaktadır. Güneyi kucaklayıp bağrına basmadan, onun daha güneyini nasıl kucaklayabileceğimizin teknik izahını ise bu güne kadar kimse yapamamıştır.

Güney sınırının tespiti için yapılan görüşmeler esnasında Atatürk, Irak'ın kuzey bölgesinde yaşayan halkın Türkiye'ye katılmak istediğinden o kadar emindir ki, güney ya da daha güney ayırımı yapmaksızın bölgede plebisit yapılmasını istemiştir. Bunun uygulamaya konulması İngiliz siyaseti sayesinde engellenmiştir. İşte tam burada üzerine kafa yormamız gereken husus, Türkiye'ye katılma isteği hususunda dün Atatürk'ün kendisinden emin olduğu, bunun doğal sonucu olarak da daha sonraki yıllarda Türkiye'nin manevi vatandaşı konumuna gelmesi gereken bu kitlenin, ne yapılarak ya da ne yapılmayarak başka güçlerin kucağına itildiğidir.

Devlet hayatında keşkelerin yeri yoktur. Ama keşke Türkiye, Saddam bu kitlenin üzerine saldırdığı zaman da sınıra asker yığabilse ve tarihi akrabalık bağları ile bağlı olduğu bu kitlenin telef edilmesine asla göz yummayacağını bütün dünyaya açıklayabilseydi. Keşke Türkiye, Ermenistan Karabağ'da Azerileri katlederken de sınıra asker yığabilse ve Ermenistan'ın Karabağ'ı derhal terk etmemesi durumunda sınırı tanımayacağını bütün dünyaya haykırabilseydi. Daha doğrusu keşke Türkiye o günlere hazır olabilseydi. Olamazdı, çünkü öyle bir vizyona sahip değildi. Hayali iç tehdit değerlendirmeleriyle yıllarını heba eden, tarihi arka plandan bahseden insanlara devlet eliyle ırkçı, Turancı, ümmetçi yaftalarını yapıştıran, kendi insan gücünü tehdit ve tehlike olarak gören bir Türkiye'nin o günlere hazır olması hayalden öteye gidemezdi...

Geldiğimiz nokta itibarıyla, iç içe geçmiş, hepsi birbiriyle yakından ilgili bir sorunlar yumağı önümüzde durmaktadır. Türkiye ya bu sorunları profesyonel kadroların elinde ve stratejinin ışığında nihai çözüme kavuşturacak ve kemiyette olmasa bile keyfiyette büyüyecek, ya da çözüme kavuşturamadığı takdirde hem kemiyet hem de keyfiyet itibarıyla küçülecektir. Burada maksadımız felaket tellallığı yapmak değil, felaket tellallığı yapanların Türkiye'yi hangi kavşak noktasına getirdiğinin tespitini yapmaktır. Daha dün, terör örgütü mensuplarının dağlarda silahla değil gitarla gezdiği ve çok sanatsever çocuklar olduğu imajını yaymaya çalışanlar, bugün, hedefin doğrudan doğruya Barzani olması gerektiğini dillendirmektedir. Daha da enteresanı, hükümetin ısrarla, hedefin ne Irak ne de başka bir grup değil doğrudan doğruya terör örgütü olduğunu ısrarla vurgulamasına rağmen, doğrudan Barzani'nin hedef alınması yönündeki bu çağrı, devlet içinden destek görebilmektedir. Türkiye, kısa bir zaman dilimi içinde, anayasa değişikliği de dâhil olmak üzere hangi reformları yapması gerektiğinin tartışmasını yapan bir ülke olmaktan çıkmış, doğrudan Barzani, Irak ve hatta ABD ile çatışmanın içine doğru sürüklenen, akıllı ve mantıklı olunması gerektiğini söyleyenlerin korkaklık ve hainlikle suçlandığı, şuurun sesinin sessizliğe mahkûm edildiği bir ülke konumuna gelmiştir.

1877-1878'de Mithat Paşa ve avaneleri

Sözlerimizden, ABD ve onun projeleri karşısında teslimiyetçi bir tavır sergilenmesi ve terör örgütünün bölgedeki faaliyetlerinin görmezden gelinmesi yönünde bir mana çıkarılmamalıdır. Başka bir ülke topraklarında da olsa terör örgütüne karşı operasyon yapılması başka şeydir, o ülkede yaşayan gruplarla çatışmayı göze almak daha başka bir şeydir. Şu hususun bilinmesinde fayda vardır ki, başka bir ülkede gerçekleştirilecek herhangi bir operasyonun, o ülkedeki yerli unsurlarla desteklenmedikçe başarıya ulaşması mümkün değildir. Bu kaidenin kesinliği ortada iken, eski Irak anayasalarında da "Kürt Otonom Bölgesi" olarak tanımlanan bir bölgede yaşayan insanların, yetkili ve yetkisiz ağızlarca sürekli aşağılanmasının Türkiye'ye nasıl bir avantaj sağladığı hâlâ anlaşılabilmiş değildir. Bu mantığın ve aynı mantığın yönlendirdiği askerî bir operasyonun, Türklerle Kürtlerin yüzyıllara dayanan birlikteliğine ve yaşadığımız bölgedeki istikrara nasıl bir darbe vurabileceği ayrıca irdelenmelidir.

Türkiye, iç dengelerini de sarsacak şekilde, 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi öncesinde oluşturulan şuursuzluk zeminine doğru kaymaktadır. Bu savaş öncesinde de Mithat Paşa ve avaneleri, savaş kararına imza atmak istemeyen padişahı korkaklık ve hainlikle suçlamaya kalkmış, önce medrese talebelerini, daha sonra halkı sokaklara dökerek padişahı savaş kararını imzalamak zorunda bırakmıştır. Neticede tarihin en büyük toprak kaybıyla baş başa kalınmış ve Osmanlı'nın yıkılışının temelleri atılmıştır. Aynı savaşın, güya savaştan galip çıkan Rus Çarlığı'nın yıkılış sürecini de başlattığı unutulmamalıdır. Savaş, her hal ve şart altında en son tercih edilen yöntem olmalıdır. Sun-Tzu'nun "düşmanı savaşmadan yenmek ustalığın doruk noktasıdır" sözünü sürekli hatırlamak ve hatırlatmakta fayda vardır. Kitle mantığı açısından üzerinde durulması gereken bir başka konu ise, böyle bir operasyon ile terörün ve terör örgütünün kökünün kazınacağı şeklinde kamuoyunda oluşan ya da oluşturulan yanlış kanaattir. Terör örgütünün, gerekli hazırlıkları yapmak için uygun olan bir bölgeyi kendisine mesken tutmuş olması muhakkak ki önemlidir ama Türkiye'nin, nerede ve hangi hazırlığı yaparak gelirse gelsin, nereden gelirse gelsin, geleni geldiğine pişman edecek bir terörle mücadele konseptine kavuşamamış olması bundan çok daha önemli ve sorgulanması gereken bir husustur.






YORUM

Şenol Özbek öldürüldü mü?
internethaber 2 Nisan 2012

Geceyi güne devretmeye hazırlanırken telefonum çaldı. Arayan Şenol Özbek'le tanışmama vesile olan Muhteşem Tıraş'tı.. 12 yıllık dostluğumuzda beni ilk kez o saatte aradı sanırım..

Ağlayarak, "Şenol abinin kazada can verdiği haberleri geldi bana. lütfen araştır lütfen" dedi.

Daha o lafını bitirmeden aklıma Şenol abinin bundan bir yıl önce söylediği sözler ok gibi saplandı..

Şenol Özbek başında bulunduğum internethaber'de de kısa süre yazı yazdı. Hem de nasıl bir hevesle, nasıl bir coşkuyla yazıyordu anlamatam.. Emekli bir asker olduğu için yazdığı yazılar ve değindiği askeri konular gündeme adeta bomba gibi düşüyordu..

Sonra...

Sonra ne olduysa oldu, birgün aniden yazmaktan vazgeçtiğini söyledi..

Nedenini çok merak ettim ve ısrarla sorunca, anlatmaya başladı:

"Çok ciddi tehditler alıyorum. Çocuklarımın hayatı da tehlikede.. Onları sokağa çıkarmaya korkuyorum. Askeri cenah sizde yazdığım yazılardan sonra benim orduevlerine girişimi yasakladı. Ben önemli değilim ama çocuklarımın hayatını riske atamam... Bana farklı kanallardan haberler gönderiyorlar, sonu kötü biten mesajlar veriyorlar. Yapamam beni bağışla. Yazamam..."

Dün gece yaşanan kaza haberinden sonra sosyal paylaşım sitelerinde "Şüplehi ölüm" mesajlarını görünce doğrusunu isterseniz parladım. Bu mesajları yazanlara da "Bırakın bu ajitasyonu. Her ölüme bir gizem katmaya çalışmayın. Şenol Özbek bir trafik teröristinin kurbanı oldu. Olan biten bu" diyerek çıkıştım..

"Kişi kendi inanmadığını karşısındakine kabul ettiremez" denir ya hani.. Önce Önder Aytaç kazada şüpheler olduğunu anlattı twitter'da.. Pek detay vermese de zihnini bulandıran şeyler olduğuna değindi. Sonra diğer sevenleri bu şüphelerini en üst perdeden dillendirmeye başladı.

Adnan Kahveci, Recep Yazıcıoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu ve daha niceleri.. "Hepsi trafik kazalarında ölmek zorunda mı?" diye düşünüyor insan..

Korkarım ki, başta Önder Aytaç ve diğer Şenol Özbek dostlarının içindeki şüphe haklı çıkacak.

Çıkacak diyorum çünkü kazada çok korkunç detaylar var. Kaza anında Şenol Özbek'in sağ tarafındaki koltukta oturan ve şu an Manisa Devlet Hastanesi'nde tedavi gören İlknur Erbaş isimli hanımefendinin anlattıkları tüyler ürpertici..

İlknur hanım kaza anından önce ve sonrasını anlattıkça, zihin kemiren sorular çıkıyor ortaya..

İlknur hanımın anlattıklarına gelmeden önce bilmeyenler için bir bilgi paylaşayım.. Şenol ÖZbek son zamanlarda "Genel Gündem" isminde bir internet sitesi çıkarıyordu ve buraya editörler arıyordu. Neredeyse her gün bu internet sitesiyle ilgili telefonlaşırdık. Bilgi alır, yardım isterdi. Evinden çıkamayan engelli gençler editörlük yapsın istiyordu. "Evinden çıkamayan, nana muhtaç çaresiz birileri varsa bana yönlendir" diye rica ederdi.

Şimdi gelelim asıl konuya..

En son Manisa'da iki editör bulmuş.. Sistemin işleyişini anlatmak ve gerekli teknik donanımları hazırlamak için Manisa'ya gitmiş..

Gittikten sonraki anları İlknur hanım şöyle anlatıyor..

"Yolda ilerlerken Mekke'nin fethini anlatan bir kaset dinliyordu.. Ne bir uyku hali, ne de bir yorgunluk hali vardı. Önceki gün, "Yola çıkacağız ben bir dinleneyim" diyerek erkenden uyumuştu. yola çıkmadan önce de çay kahve falan içti.. Yol boyunca arka koltukta diğer iki editör, önde de ben, sohbet ettik..

Yanılmıyorsam saat 20.30- 21.00 arasıydı biz seyir haline geçtik. Kaza yaptığımız yolda yol bakım çalışması vardı. Yani isteseniz bile 50 kilometrenin üzerine çıkamazsınız.. Arada bir gözüm kadrana ilişiyor, bazen 30, bazen de 40 kilometre ile gidiyoruz. Bol virajlı bir yol çünkü. Ben de daha önce çok ciddi bir kaza geçirdiğim için, Şenol bey bu konuda paniklediğimi biliyor ve olabildiğince yavaş sürüyordu. O sırada önümüzde seyreden bir araba da yok.. Hatta size şöyle söyleyeyim. Önümüzden bir kedi geçti. Biz o kadar yavaş gidiyoruz ki, kedi de aheste aheste yolun karşı tarafına geçti. Kedi bile panik yapmadı anlayın durumu..

Kaza nasıl oldu bilmiyorum. Ben aniden gözlerimi yaralı olarak açtım. Şenol bey benim kucağıma, yani sağ tarafa yığılmıştı.. Ne oldu, nasıl oldu hatırlamıyorum.. Ne uyudum, ne uyukladım ne de daldığım bir konu oldu ama hatırlamıyorum kaza anını.. Kaza anında bilincim açıktı, kazadan birkaç dakika sonra jandarma olay yerine geldi. Ambulans falan da geldi ve hastaneye yetiştirdiler bizi.. Şenol bey baygındı ama hastanede öldüğünü söylediler..."

Buraya kadar herşey normal görünüyor değil mi?

Ama değil..

Örneğin Şenol beyin kullandığı araçla, karşı yönden gelen araç kafa kafaya çarpışmış. Sürücünün oturduğu alan en çok hasarı alan yer. Ön camlar tuz buz olmuş.. İlknur hanımın yüzü de bu cam kesikleriyle yırtılmış. Araçlar da o halde bulunmuş sağlık ve güvenlik güçleri gittiğinde.. Ama Şenol beyin arabasının arkasında da ciddi bir hasar var.. Yani araba dönmemiş halde duruyorsa arkadaki o hasar nasıl oluşmuş olabilir?

Akıllara şu soru geliyor. Acaba bir araba arkadan vurdu da karşı yola mı savurdu Özbek ve çalışma arkadaşlarının içinde bulunduğu aracı? Ortadaçböyle bir araba yok. Sadece kaza yapan iki araç var o kadar..

Bir başka soru...

İlknur hanım hastane kapısında ve şok halindeyken ve de daha hiç bir tıbbı tedavi görmeden, jandarma kendisine "Diğer aracı kullanan sürücü de ölmüş. Onlar davacı olmuyor, siz de davacı olmayın. Zaten siz hatalısınız" diyerek bir tutanak imzalatıyor.

Bu acele niye?

Karşı taraf dediği acılı ailenin ise davacı olduğu ortaya çıkıyor. Kazazedeye yanlış bilgi verilmesinin nedeni ne?

Bir soru daha..

Şenol beyin maaşlı personeli olan ve isimleri hiç bir yerde zikredilmeyen iki çalışan kazadan hemen sonra ortalıktan kayboluyor. Yani patronları kaza yapan iki personel, ne hikmetse kazadan sonra sırra kadem basıyor. Bu iki insan neden kayboldu, neredeler?

Ve yazının başında yazdığım tehditler..

Özbek bir süredir Kanal A'da "Sivil Düşünce" isminde bir programın daimi konuğuydu.. Son görüşmelerimizde de bazı nahoş olmayan olaylar yaşadığını söylemiş ama detay vermemişti..

Eklemekte yarar var.. Özbek, bu ülkede "Ergenekon"un varlığını kabul eden neredeyse asker kökenli tek insandı. Aynı zamanda Dursun Diçek'le birlikte iki yıl görev yapmış biriydi.

Birilerinin bu soruların cevabını bulmamız için olaya el atması gerekiyor. Şenol Özbek bu ülkeye hem askerken, hem de emekliye ayrıldıktan sonra büyük hizmetleri oldu. Ülkesinin, onun pisi pisine ölmediğini ortaya çıkarması gerek.. Bu durum artık hükümetin ve savcıların namus meselesidir..

Ve kaza anından sonra çekilmiş video..

Videoda aracın 4 bir tarafından çekilen görüntüleri izlediğinizde, arkadaki hasarın nasıl oluştuğuna siz de akıl sır erdiremeyeceksiniz. Kaza yeriyle birlikte kaza anını değerlendiren vatandaşları göreceksiniz.. Burada bu şiddette bir nasıl yaşanır demekten alamıyor insan kendini.. Kazayı değerlendiren bir sivilin, "Biri arkadan adeta bindirmiş" sözlerine lütfen dikkat!






YORUM

ŞENOL ÖZBEK’İN ARDINDAN
İrfan Sönmez
sonsayfa 2 Nisan 2012

Bu milletin kenarda köşede kalmış kahramanları vardır. Çok büyük işler yaparlar ama isimsizdirler. İnançlarını, ülkülerini tabiat haline getirmişlerdir. Milletin kaderi ile ilgili her meselede risk alırlar.Kendilerinden vaz geçmiş,millete adanmıştırlar. İşte onlardan biri Emekli yarbay Şenol Özbek’ti.

Özbek’i kanal A da yaptığı programlarda tanıdım. Ölçülü, mutedil, ayağı yere basan fikirleri vardı. Bir çok defa telefonla görüşmemize rağmen bir türlü yüz yüze görüşmek nasip olmadı. 12 Eylül referandumunda sorumlu her Türk aydını gibi hareket etti. Çıktığı programlarda Anayasa değişikliğine destek olunması gerektiğini söyledi. İyi bir Türk milliyetçisiydi. Milletinin değerlerine sevdalı, ülke bütünlüğü için kafa yoran biriydi.

Telefonda birkaç defa kürt meselesiyle ilgili görüşlerini sordum. Bir gazetede yayınlanmış bir mülakatına bakmamı söyledi. Kendi şahsına mahsus, farklı, orijinal sayılacak görüşleri vardı. Mesela bir Fransızca parça mı daha milli, yoksa Kürtçe yanık bir Türkü mü diye soruyor cevabını da kendisi veriyordu. Bu coğrafyanın bütün renklerini milliyetçilik anlayışının içine sığdıran bütünlükçü görüşlere sahipti.

En son geçen ay görüştük. Bir platform oluşturmaya çalışıyordu. Milliyetçilerin dağınıklığından, milliyetçiler adına hareket edenlerin, tekel oluşturanların fikir üretememelerinden şikayetçiydi. Gerçek bir Türk subayıydı. Yıllarca şerefle giydiği üniformasının ahlakını taşıyordu. Askerliği milletin değerlerine bekçilik olarak görmüş, öyle de yapmış bir isimdi.

Her ölüm erkendir derler. Şenol Özbek’in de yapacağı çok şey vardı. Birikimini yazıya dökecek, eserler verecek olgunluğa gelmişken göçüp gitmek insanda derin izler bırakıyor. Ölüm hepimizi bekleyen akibet hepimiz ölümü tadacağız, ama bugün, ama yarın. Bütün mesele temiz, verimli, faydalı bir hayat yaşamak. Yaradılış gayesine uygun hareket etmek. N.Fazıl; ”hiç güzel olmasaydı, ölür müydü peygamber “diyor bir şiirinde. Y.Kemal Rindlerin ölümünde bir başka şekilde terennüm ediyor ölümü.

Ölümü güzelleştiren, hayatın güzel ve doğru yaşanmasıdır. Ölümden en çok korkanlar, hayatını beyhude geçirenlerdir. Ölüm onlara dünyayı ne kadar kokuttuklarını, ne kadar kirlettiklerini hatırlatır. Onun için ölümü hiç hatırlamak istemezler.

Evet Şenol Özbek’i bir trafik kazasında kaybettik.. Bize ve Türkiye’ye söyleyecek çok sözü vardı. Nutku yarım kaldı. Artık bu nutku tamamlamak dava arkadaşlarına, sinesi Allah ve Resulü aşkıyla atanlara düşüyor. İnna lillah ve İnne ileyhi raciun. Allah hepimize güzel ölmek için güzel yaşamayı nasip etsin



HABER

Özbek'in cenazesi Ankara'ya götürüldü
2 Nisan 2012

İzmir'in Menemen İlçesi'ndeki trafik kazasında hayatını kaybeden emekli Yarbay Şenol Özbek'in cenazesi Ankara'ya götürüldü.

Emekli Yarbay Şenol Özbek'in (51) kullandığı 06 LB 642 plakalı otomobil ile karşı yönden gelen Halil Bilgilol (73) yönetimindeki 35 MBD 70 plakalı otomobilin çarpışması sonucu hayatını kaybeden iki sürücünün cenazesi, yakınları tarafından Menemen Devlet Hastanesi'nden alındı.

Terörle mücadele konusunda görüşleri ile gündeme gelen emekli Yarbay Özbek'in cenazesi Ankara'ya, Bilgilol'un naaşı ise Manisa'ya götürüldü.





HABER

Emekli Yarbay Şenol Özbek trafik kazasında hayatını kaybetti

İzmir'in Menemen ilçesinde meydana gelen trafik kazasında, emekli Yarbay Şenol Özbek (50) hayatını kaybetti. Kaza, dün gece saat 22.00 sıralarında Emiralem Hal Kavşağı'nda meydana geldi.




YORUM

Ülkücü Şenol Özbek
Lütfi Şehsuvaroğlu
haberiniz 2 Nisan 2012

Haberi ilk duyduğumda 1 Nisan şakası sandım.

Ben de kendisini arayıp ‘niçin imza günüme gelmedin’ diyecektim. İlk defa telefonu kapalıydı.

Genellikle o arardı.

Bıkmadan usanmadan beni ikna etmeye çalışırdı.

Cumhuriyet yeniden kuruluyordu ona göre… Savcılar, generaller, politikacılar, yazarlar tek tek kâh onun kâh benim mülahazalarımızdan nasiplerini alır; ama sonunda ülkücü bir çözümleme ile değişmez, pörsümez, yanılmaz, eskimeyen esas ittifakımızda ortak yolu bulurduk.

İlk başlarda ben onu bu sözde liberal gevezeliklerin hayâl dünyasından kurtarmaya çalışırdım. Evet kampanyalarına ve geçmişten intikam alarak kin ile dini bir araya getirenlerin ucuz lakırdılarına alet olamayacağını söyler görünenin arka yüzünü hatırlatırdım. O da Ulasalcıların, darbecilerin, ABD’nin tezgâhlarını nasıl yorumlamak gerektiğini anlatır, doğrularını kendince bana kabul ettirmeye çalışırdı.

Bazen damarıma basar eski ülkücülere verip veriştirirdi.

Ben de telefonda bile olsa ona başka hiç kimseye nasip olmayan konferansa başlardım. Hiç araya girmeden sanki k kayıt ediyormuş gibi beni dinlerdi. Bir sonraki telefon konuşmamızda anlattıklarımın hiç de boşa gitmediğini anlardım.

Kendi silah arkadaşları konusunda global statükonun aslında bütün bu perdelemelerin arkasında ne yapmaya çalıştığı hususunda uyarılarımı dinler, telefonda saatlerce konuşur, sonunda ya beni ikna etmeye yayınevine gelir, ya da gece geç vakit de olsa telefon açardı.

Son zamanlarda cemaate de, iktidara da gösterdiği(miz) bu kadar desteğe rağmen hâlâ kurtulamadıkları yanlışlardan, ön yargılardan ve sürüklendikleri global tezgahtan bahsediyor ve eski kabullerini gözden geçirdiğini söylüyordu.

İnançlı, bin yıllık terkibin farkında olan ve çok araştıran-okuyan bir aydındı.

Onu emekli olduktan sonra tanıdığımı zannederdim.

Muhsin başkana gelmiş, Kıbrıs’ta komutanlık yapmış bir emekli generalle yeni bir birim kurulması gerektiği ve Meclisin bu konuya el atması gerektiğini anlatıyordu.

Muhsin başkan da askerlerle olan bu görüşmede benim de olmamı istemişti.

Projeyi hararetle sunan bu iki askere başta kuşkuyla bakmıştım.

Zaten ben her askere ve her polise kuşkuyla bakardım.

Fakat giderek samimiyetini idrak ettim. Ve meğerse evvelden âşina imişiz. Dahası Harp Okulunda okurken, dahası Atatürk Lisesindeyken o bizim yazılarımızı okumuş, seminerlerimize katılmış… hatta Muhsin başkanla Harp Okulundan seçerek evlerde paylaştığımız gruplardan birindeymiş.

O bunu bilerek ve benim de bildiğimi-hatırladığımı düşünerek konuşmalarını derinleştiriyormuş. Ben sonradan anladım.

Ve samimiyetimiz böylesi bir mazi ortaya çıkınca ister istemez arttı.

İki günde bir arardı.

Beni didikler, bazı konularda görüşlerimi merak eder, bazen de beni çok sevdiği için bugün medyada arz-ı endam edenlerin yerinde benim olmam gerektiğini vurgulayarak bana yol gösterirdi. Bir ara beni Doğu Ergil ile tanıştırmak istediğini söyledi. Ben de zaten tanıştığımızı söyledim ve hocanın eski maceralarını anlattım.

Buna benzer medyada, akademi dünyasında, siyasette kişilikleri sıklıkla masaya yatırırdı. Ne de olsa bu ortamları yeni tanıyordu.

Her programı öncesi ve sonrası beni arar tenkitlerimi beklerdi.

En son Burhan Kavuncu ile birlikte çıktığımız TV-Net’teki Muhsin Başkanla ilgili yayını izlemiş ve mesaj çekmişti.

‘Abiiiiimmmmm!’ diye…

Sonra da telefonu açınca konuştuk. Yine kırk dakikayı geçti…

Şenol Yarbay tam bir ülkücü idi..

Niçin aramamıştı?. Son kitabımın imza gününde niye yoktu?

Sonra Alper hocanın birden karşıma çıkan mesajı…

Rabbim onu Mekke filmini seyrederken yanına almıştı. Ne tuhaf bir trafik kazası idi…

Asıl bundan sonraki Şenol Özbek medyayı da, bazı mahfilleri de şaşırtacaktı, olmadı… yarım kaldı…

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun…

Mekânı cennet olsun!




HABER

Sivil Yarbay
2.04.2012

Darbe karşıtlığıyla tanınan emekli Yarbay Özbek'in kullandığı 06 LB 642 plakalı otomobille karşı yönden gelen Halil Bilgiol idaresindeki 35 MPD 70 plakalı araç çarpıştı. Kazada Özbek ve diğer aracın sürücüsü Bilgiol hayatını kaybetti.

Kanal A'da Alper Tan'ın hazırlayıp sunduğu "Sivil Düşünce" programında yorumcu olarak ve çeşitli gazetelerle internet sitelerindeki yazılarından tanınan Şenol Özbek, İzmir'in Menemen ilçesinde geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirdi. Türkiye'de infiale yol açan belgenin altında imzası bulunan Albay Dursun Çiçek ile birlikte iki yıl görev yapan Özbek, darbe karşıtlığı ve demokratik açılıma destek veren sözleriyle de tanınıyordu. Yol çalışması yüzünden daralan yolda Şenol Özbek idaresindeki 06 LB 642 plakalı otomobil, karşı yönden gelen Halil Bilgiol yönetimindeki 35 MPD 70 plakalı otomobille çarpıştı. Hatalı sollama sebebiyle meydana geldiği iddia edilen kazada emekli Yarbay Şenol Özbek ve diğer otomobilin sürücüsü Bilgiol hayatını kaybetti, 6 kişi de yaralandı.

Özbek ve Bilgiol'un cenazeleri, Menemen Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Özbek'in cenazesi, damadı Dr. Battal Yıldırım tarafından teslim alındı. Özbek'in cenazesinin, havayoluyla Ankara'ya götürüleceği öğrenildi. Darbelere ve demokrasi dışı müdahalelere karşı çıkan Özbek, Türkiye'nin temel meselelerine ilişkin demokratik tavırları ve çıkışlarıyla biliniyordu. Özellikle 12 Eylül referandumu sürecinde Kanal A ekranlarındaki yorumlarıyla ülkücü milliyetçi çevrelerin Türkiye'nin değişimine destek vermesinde öncülük eden Özbek, yaklaşık 1,5 yıldır "Sivil Düşünce" programında da yorumcu olarak görüşlerini aktarıyordu.

Aynı zamanda pek çok gazete ve televizyona verdiği röportajlarla da askerî vesayeti ve darbeleri eleştiren Özbek, sivil demokrasinin gelişmesi ve yerleşmesi için görüşlerini ortaya koyuyordu.




HABER

Dostları Özbek'i uğurladı
3 Nisan 2012

Şenol Abi'yi son yolculuğuna uğurladık. İzmir'de geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybeden emekli Yarbay Şenol Özbek Ankara'da toprağa verildi.

İzmir'in Menemen ilçesine bağlı Emiralem beldesi yakınlarında meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybeden emekli Yarbay Şenol Özbek bugün Ankara'da düzenlenen cenaze töreninin ardından toprağa verildi.

Emekli Yarbay Şenol Özbek'in naaşı bugün GATA'dan alınıp önce evine, ardından da cenaze namazının kılınacağı Hacıbayram Camii'sine götürüldü. Özbek, öğle namazına mütaakiben kılınacak cenaze namazının ardından Karşıyaka Mezarlığı'nda toprağa verildi.

YOĞUN KATILIM

Cenaze törenine, Özbek'in ailesinin yanı sıra Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici ve çok sayıda emekli subay katıldı.






www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)