Cem Karaca ( 5.4.1945)- (8.2.2004)
besteci, yorumcu


Muhtar Cem Karaca



5 Nisan 1945 tarihinde İstanbul'da doğdu. Tiyatro sanatçıları Toto Karaca ve Mehmet Karaca'nın tek çocuğu. Tiyatro kulislerinde büyüdü. 5 yaşında annesi ve teyzesinin etkisiyle şarkı söylemeye başladı.

Robert ve Kültür Koleji’nde öğrenim gördü. Müzik hayatına amatör olarak 'Dinamikler' ve 'Jaguarlar' adlı müzik gruplarında başladı. Profesyonel olarak 1967 yılında Mehmet Soyarslan, Tümay Yalçınkaya, Timur Fildişi ve Ahmet Tuzcuoğlu ile birlikte 'Apaşlar' grubunu kurdu. Aynı yıl Apaşlar, Altın Mikrofon Yarışması’nda, sözleri Erzurumlu Emrah'a ait olan Cem Karaca’nın bestelediği 'Emrah' adlı besteyle ikinciliği kazandı. Apaşlar, daha önceki tutkuları olan batı beat müziği ile yeni tutkuları doğu müziğini sentezleyip Anadolu- beat tarzında çalışmalara girişti. 'Emrah'la elde edilen büyük başarı, 'Resimdeki Gözyaşları' ve 'Bu Son Olsun' gibi parçalarla devam etti.

1969 yılında Apaşlar’dan ayrılarak Seyhan Karabay'la birlikte 'Cem Karaca-Kardaşlar' topluluğunu kurdu. Cem Karaca-Kardaşlar, yayınladıkları ilk 45'likleri 'Dadaloğlu' ile listelerde iyi bir sıraya yerleşti. 1972 yılında bu gruptan ayrıldı ve Moğollar'a geçti. 'Namus Belası', 'Gel Gel', 'Obur Dünya' gibi hit parçalarla büyük başarılara imza attı.

'Cem Karaca-Dervişan'ı kurdu. Bu grubun kilit isimleri Cem Karaca ve Uğur Dikmen'di.

Toplama olmayan ilk LP’si 'Yoksulluk Kader Olamaz'ı Dervişan ile birlikte çıkardı. Dervişan'ın dağılmasından sonra ise Cem Karaca 70'lerdeki son grubu olan 'Edirdahan'ı kurdu. 'Cem Karaca- Edirhan'ın yaptığı 'Safinaz' isimli uzun çalar, Barış Manço’nun 1975 yılında çıkardığı '2023' ile birlikte Türkiye'nin sayılı senfonik rock albümleri arasında yer aldı.

1979 yılında Almanya'ya gitti ve 12 Eylül 1980 sonrası Türk vatandaşlığından çıkartıldı. Yaklaşık 8,5 yıl Almanya'da yaşadı. 27 Haziran 1987 akşamı Türkiye'ye geri döndü ve yeniden Türk vatandaşlığına alındı. Bu dönemde bazı eski arkadaşları tarafından suçlandı.

Bu suçlamalara kulak asmadan, yeni dünya görüşünü ortayan koyan eserler yapmaya başladı. Özellikle din konusunda değişen görüşleri çok tartışıldı.

Solunum ve kalp yetmezliği nedeniyle 8 Şubat 2004 tarihinde 59 yaşında vefat etti.

Üsküdar Seyit Ahmet Yesevi Camii’nde kılınan namazın ardından Karaca Ahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.




HAKKINDA YAZILANLAR

Cem Karaca

Ergenlik çağındayken hoşlandığı kızı etkilemek amacıyla şarkı söylemeye başlamış ve bu başlangıcın arkasından devam eden olaylar sonucu kendisini müzik piyasasının içinde bulmuştur.Cem Karaca'nın sesinin keşfedilmesi ise annesi Toto Karaca tarafından olmuştur. İlk dönemlerde Jaguarlar, Dinamitler gibi gruplarla amatörce çalışmalar yapan Cem Karaca bu dönemlerde henüz Anadolu müziğiyle tanışmamış batının Rock'n'Roll müziğine gönül vermiş bir şekilde o dönemin popüler parçalarını söylemekteydi. O dönemlerde Cem Karaca'nın en büyük destekçilerinden biri de İlham Gencer'di ve onun orkestrasında müzikal deneyimini o dönemlerde oldukça ilerletmişti. Bu dönemlerde müziğin yanında tiyatro ile de ilgileniyordu Cem Karaca ve çeşitli oyunlarda da görev aldı.

Anadolu insanıyla tanışma

Cem Karaca'nın Anadolu müziği ile ciddi anlamda ilk tanışması ise askerliği esnasında oldu. Askerliği sırasında Anadolu'yu daha yakından tanımasının yanısıra birgün orada askerliğini yapan birisinin saz çalışı sonucu daha önce son derece ilkel ve sıkıcı bulduğu bu müziğin aslında onun o anki gerçek duygularını yansıttığını ve hiçbir batı müziğinin o sazın içerdiği duyguları içeremeyeceğini anladı. Cem Karaca'nın profesyonel olarak ilk müzikal deneyimi ise Apaşlar grubu ile 1967 yılında Hürriyet'in düzenlediği Altın Mikrofon yarışmasında Emrah isimli parçalarıyla aldığı ikincilikle oldu. Aldıkları bu dereceden sonra Apaşlar grubu müzikal çalışmalarına dört elle sarıldı ve daha önceki tutkuları olan batı beat müziği ile yeni tutkuları doğu müziğini sentezleyip Anadolu-Beat tarzında çalışmalara giriştiler. Bir süre sonra arkalarına Ferdy Klein orkestrasını da alarak müzikal altyapılarını iyice güçlendiren Cem Karaca ve Apaşlar grubu Ferdy Klein orkestrası eşliğinde de bir süre yollarına devam ettiler. Bu beraberlik 1969'un sonlarına kadar sürdü ve ortaya çıkan sağlam ve başarılı eserlere rağmen grupta gitarist Mehmet Soyarslan ve Cem Karaca arasında doğan bazı politik anlaşmazlıklar sonucu Cem Karaca ve Apaşlar grubu dağıldı. Bu grubun dağılmasından sonra Cem Karaca kafasındaki gerçek anlamda sol söylemde ve doğulu kimliğiyle Rock müzik yapma düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla Apaşlar'ın basçısı Seyhan Karabay'ı da yanına alarak, yeni bir grup kurmak amacıyla genç ve yetenekli bir gitarist olan Ünol Büyükgönenç'i ziyarete gitti ve görüşme olumlu sonuçlanınca bu üçlü Cem Karaca-KARDAŞLAR grubunu kurma girişimlerinde bulundu ve hep beraber müzisyen arayışına girdiler. Birkaç başarısız kombinasyondan sonra vokalde Cem Karaca gitarlarda Ünol Büyükgönenç bas ve ıklığ'da Seyhan Karabay ve davulda Hüseyin Sultanoğlu tarafından kardaşların ilk gerçek kadrosu kurulmuş oldu.Fakat ilk baştaki maddi sıkıntılar nedeniyle Cem Karaca, Almanya'ya biraz para kazanıp gruba adam gibi ekipmanlar alabilmek için Ferdy Klein orkestrası eşliğinde çalışmalar yapmaya gitti. Almanya'dan dönüşte Karaca'nın Almanya'dan getirdiği yeni gitarist Alex Wiska'yı da yanlarına alarak tam gaz çalışmalara başladılar ve Cem Karaca-KARDAŞLAR'ın çıkış 45'liği olan Dadaloğlu'nu yayınladılar. Bu 45'liğin listelerde iyi bir sıraya yerleşmesinden sonra çok sağlam 45'lik çalışmalarına devam eden Kardaşlar bir dönem Alex Wiska gruptan ayrıldıktan sonra Fehiman Uğurdemir'le son kadrolarını oluşturup bir süre daha çalışmalarına devam ettiler. Dışarıda grubun durumu oldukça iyi gözükmesine rağmen Cem Karaca ve Seyhan Karabay arasındaki tartışmalar Cem Karaca Kardaşlar'ın dağılmasına sebep oldu. Grup Hüseyin Sultanoğlu yerine başka bir davulcu bulduktan sonra gerçekten Türk müzik piyasası ilginç bir değiş tokuşa sahne oldu. Cem Karaca, Kardaşlar grubundan ayrılıp Anadolu Pop'un güçlü sesi Moğollar'la birleşirken Kardaşlar'da o dönemliğine konserlerde solistlik yapmak için Moğollar'la anlaşmış Ersen Dinleten'i gruplarına dahil ettiler. Cem Karaca Moğollar'la Anadolu Rock tarzında çalışmalarına Kardaşlar sound'undan çok daha farklı olsa da devam ettiler. Moğollar'ın Cahit Berkay'ın Fransa'ya gitmesi üzerine dağılmasıyla, Cem Karaca yeniden bir grup kurma arayışına girişti ve müzikal kariyerinin en önemli ve olgun dönemlerinden birini yaşayacağı grup olan Cem Karaca-DERVİŞAN kuruldu. Cem Karaca bu grubu kurarken esas amacı Kardaşlar ve Moğollar'daki Anadolu Rock tarzına devam etmekti fakat gruba yeni giren basçı Oğuz Durukan ve Klavyeci Uğur Dikmen'in uzun süre İsveç'te Asia Minor Mission isimli grupla beraber yaptıkları müzikten ötürü batı progressive rock müziği konusunda deneyimli fakat Anadolu- Rock konusunda deneyimsiz olmaları bu grubun soundunun batıya kaymasına sebep oldu. Cem Karaca bu grubu Ünol Büyükgönenç ile birlikte kurmuştu fakat daha bir 45'lik yapımına bile girişmeden grupla verilen birkaç konser sonrası grubun kuruluş ilkelerine uyulmadığı gerekçesiyle Ünol Büyükgönenç gruptan ayrıldı. Dervişan grubu müzik yaptığı sürece gerçek anlamda birçok kadro değişikliğine uğramış bir gruptu. Bu grubun kilit isimleri ise Cem Karaca ve Uğur Dikmen'di. Cem Karaca'nın Kardaşlar ve Moğollar'da politik rock müziği çalışmalarına (Kardaşlar-Oy Gülüm Oy, Moğollar-İhtarname) yer vermiş olduğu görülse de ciddi anlamda sol söyleme geçtiği ve sanat toplum içindir düşüncesini gerçek anlamda benimsemiş olduğu esas grup Dervişan'dır. Dervişan politik-rock yapmanın yanısıra İngiltere'de King Crimson,Yes,Emerson Lake&Palmer gibi grupların öncülük ettiği progressive rock müziğinin Uğur Dikmen ve Oğuz Durukan gibi ustalar sayesinde Türkiye ile tanışmasında önemli rol oynamıştır. Türkiye'de bu tarz çalışmalar zaten olmuyor değildi(Barış Manço'nun 2023 albümü gibi) fakat Dervişan gerçekten "Zamanında acaba Türkiye'de progressive rock yapıldı mı?" sorularının hepsini safdışı edebilecek nitelikte bir grup olarak Türk Rock tarihinde derin izler bırakmıştır. Cem Karaca toplama olmayan ilk LP'sini yine bu grupla çıkarmıştır."Yoksulluk Kader Olamaz" adındaki bu LP adından da anlaşılacağı gibi sol söylemde bir albümdür. Bu albümün kadrosu son ve en uzun sürmüş Dervişan kadrosudur. Basta-Hami Barutçu, davulda-Sefa Ulaştır, gitarda-Taner Öngür, klavyede-Uğur Dikmen ve vokalde-Cem Karaca... Dervişan'ın dağılmasından sonra ise Cem Karaca 70'lerdeki son grubu olan Edirdahan'ı kurmuş ve bu grupla Safinaz isminde bir Long Play yapmıştır. Bu Long Play, Barış Manço-Kurtalan Ekspresi'nin 1975 yılı albümleri 2023 ile birlikte Türkiye'nin sayılı senfonik rock albümlerindendir.. Edirdahan'dan sonra uzun bir süre Almanya'da yaşayan Cem Karaca yurda döndüğü zaman solo olarak müzik çalışmalarına devam etmiştir. Sanatçının en son albümü, Nisan-1999'un başlarında piyasaya sürülmüş olan "Bindik Bir Alamete Gedeyoz Kıyamete" isimli albümdür.

Sanatçı Cem Karaca, solunum ve kalp yetmezliği nedeniyle 8 Şubat 2004 günü 59 yaşında hayatını kaybetti. Karaca, Üsküdar Seyit Ahmet Yesevi Camii’nde kılınan namazın ardından Karaca Ahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.




HAKKINDA YAZILANLAR

1.Bir Cem Karaca Kitabı
Gökhan Aya
Ada Müzik Kitapları

“Sevinçlerimiz bile artık mekanik Sevgisiz, saygısız, otomatik Bu şarkı kimilerine çok geç artık Bu şarkı kirlenmiş bir çığlık!”



HABER

Kürdistan haritası’nı indirttiği için

Almanya’daki eşi Savrun Barı, Cem Karaca’yı anlattı Cem Karaca ‘Kürdistan haritası’nı indirttiği için 5 yıl ambargo yedi

M.YAŞAR DURUKAN
Zaman 15 Nisan 2007

12 Eylül darbesinin ardından vatandaşlıktan çıkarılan Cem Karaca’nın yeniden yurda dönmesine 27 Mayıs 1960 İhtilali mağdurlarından Adnan Menderes’in doktoru Sedat Barı’nın ailesi vesile olmuş.

Karaca, Sedat Barı’nın Alman devlet televizyonunda spikerlik yapan kızı Savrun ile birlikteyken ağabeyi Mehmet, sürgün sanatçının durumunu lise arkadaşı Mesut Yılmaz’a iletmiş. Mesut Yılmaz da Başbakan Turgut Özal’a anlatınca Almanya’daki o meşhur görüşme gerçekleşmiş. Malum, Karaca yurda dönünce solcu arkadaşları tarafından ‘dönek’ ilan edildi. Fakat Savrun Barı, Karaca’ya karşı alınan bu tavrın kökeninde Özal’ın elini öpmesinin değil bir konserde asılan sözde Kürdistan haritasını indirtmesi olayının yattığını iddia ediyor. Barı, solcularla kırılma noktası olarak gördüğü bu olayı şöyle anlatıyor: “Köln. Sene 1983. F...F’nin konserlerinden biriydi. Bütün konserleri F...F organize ediyordu zaten. Her konserde o harita vardı. Türkiye’den gelen birçok sanatçı Kürdistan haritası önünde şarkı söylüyordu. Sıra Cem’e geldiğinde ‘O harita inecek, inerse ben sahne alırım. O haritanın önünde şarkı söylemem.’ dedi. Hır gür çıktı; ama sonunda yetkililer haritayı indirdi. Cem de sahneye çıkıp şarkısını söyledi. Harita indirildiği için korkunç mutlu olmuştu.” Ancak bu olaydan sonra Karaca bir daha konserlere davet edilmemiş ve kendisine beş yıl ambargo uygulanmış. Karaca’nın geçtiğimiz hafta kutlanan 62. doğum günü vesilesiyle Savrun Barı ile sürgün yıllarını konuştuk. Türkiye’de bir gazetenin “Ahmet Kaya’nın, PKK gecesinde Apo’lu Kürdistan haritası önünde konser verdiği ortaya çıktı.” şeklindeki haberi gündeme bomba gibi düşmüştü. Habere Ahmet Kaya’nın Kürdistan haritası önünde şarkı söylerken görünen bir fotoğrafı konulmuştu ve fotoğrafın 1993 Almanya Berlin’de verilen bir konserde çekildiği yazılıydı. Sanatçının eşi Gülten Kaya, bir süre önce Nokta dergisinde yer alan röportajında 1993 yılında Ahmet Kaya’nın hiç yurtdışına çıkmadığını ve böyle bir konserin olmadığını söylüyordu. Kaya, fotoğrafın fotomontaj olduğunu, zaten bu sayede beraat ettiklerinin altını çiziyordu. Bu röportaj harita davasına da bir anlamda son noktayı koyuyordu. Ahmet Kaya’nın 1993 yılında orada, o harita önünde o konseri vermemiş olması, Almanya’da geçmişte benzer görüntülerin yaşandığı gerçeğini değiştirmiyordu.

Meğer asıl harita krizi 1983 yılında yine Almanya’da bir konserde yaşanmış. Konserde sahneye asılan Kürdistan haritası, o yıllarda Türk vatandaşlığından çıkarıldığı için sürgün hayatı yaşayan Cem Karaca tarafından indirtilmiş. Cem Karaca’nın Almanya yıllarındaki eşi Savrun Barı, olaylı konseri şöyle anlatıyor: “Köln. Sene 1983. F...F’in konserlerinden biriydi. Bütün konserleri F...F organize ediyordu zaten. Her F...F konserinde o harita vardı. Sahne alan sanatçılar Kürdistan haritası önünde şarkı söylüyorlardı. Sıra Cem’e gelince, “O harita inecek, inerse ancak ben sahne alırım. O haritanın önünde ben şarkı söylemem.” dedi. Hır gür çıktı ama yetkililer haritayı indirdi; Cem de sahneye çıkıp şarkısını söyledi. O gün havalara uçtuk harita indirildiği için korkunç mutluyduk. Bundan sonraki konserlere Cem Karaca çağrılmadı. O da iki tane Almanca müzikal yaptı. Şarkılarını yıllarca kendi dilinde bile okuyamadı. Ancak Türkiye’den Almanya’ya giden birçok sanatçı o haritanın önünde konserler verdi...”

Mesut Yılmaz aracı oldu

Savrun Barı’nın ‘bu olayı onlar da bilir’ dediği Cem Karaca’nın dava arkadaşlarını aradık; ancak cevap veren olmadı. Kimse bu konu hakkında konuşmak istemedi. Savrun Barı, Türkiye’deki sol camianın Cem Karaca’nın arkasında durmamasını harita olayına bağlıyor. Haritanın indirildiği konserin sanatçı için bir dönüm noktası olduğunu anlatan Barı, “O haritalar 1980’li yıllarda Almanya’da sahnelerdeydi. Kürdistan yazılıydı Türkiye’nin yarısında. Cem o haritayı indirdiği için o camia tarafından itilmiştir. Özal’ın, Semra’nın elini öptüğü için değil...” diyor. Barı, eski solcuların hedef tahtası haline gelen Cem Karaca’nın Yarım Porsiyon Aydınlık adlı şarkısıyla arı kovanına çomak soktuğunu söylüyor. Karaca, aydınların eleştirileri üzerine yazdığı şarkıda ‘hiçbir şey üretemeden sadece eleştirirsiniz’ diyerek kırgınlığını dile getirmişti.

Başbakan Adnan Menderes’in doktoru Sedat Barı’nın kızı olan Savrun Barı, Karaca’nın Türkiye’ye dönüş serüveninin de yakın tanıklarından. O süreci yine Barı’dan dinliyoruz: “Ağabeyim rahmetli Mehmet Barı, Mesut Yılmaz’la aynı liseden (Avusturya Lisesi) mezun. Cem’e dedi ki: ‘Mesut Bey’le konuşmamı Özal’la karşılaşmayı ister misin?’ Cem ‘Tabii ki’ deyince Mesut Yılmaz üzerinden Özal’a haber verildi. Özal, Almanya’ya geleceği sırada Cem’e söylendi ve ilk görüşme böyle sağlandı. Görüşmeden sonra Özallar’ın dünyalar tatlısı olduğunu söyledi. Basın ‘el öptü...’ olayına girince gelmesi bir sene aksadı.”

Cem Karaca Türkiye’ye dönünce vatandaşlığını geri kazanması amacıyla açılacak davalar için astronomik rakamlar dönmüş. Barı, ailesinin Adalet Partisi (AP) geçmişinden dolayı ünlü avukat Orhan Apaydın’ı önermiş. Apaydın, Başbakan Adnan Menderes’in Yassıada’da yargılandığı davalarda savunma avukatlığı yapmış, o tarihten günümüze kadar tüm askerî darbelere karşı çıkmış, darbe mağdurlarının savunmanlığını üstlenmişti. Apaydın’ın talep ettiği rakam astronomik bulununca vazgeçilmiş. Bu sefer Mehmet Barı ve Hıncal Uluç aracılığıyla Av. Turgut Kazan’a teklif edilmiş. O da hatırı sayılır bir rakam karşılığında bu davaya girmiş. [email protected]



HABER

Cenazedeki tekbirler, kasetteki ezan sesine teşekkür gibiydi

1988 yılında pop dünyasında bir sanatçının kasetine ezanı koyması bir rüyaydı. Kirvem’de önce bir ezan sesi duyuluyor, arkasından Cem geliyor. Albümün kaset olarak yayınlanan ilk baskılarında rastlayacağımız bu ezan sesi CD baskılarından çıkartılır; ama bilenlerin kulağında hep özel bir yerdedir. Rahmetli kabrine Allahuekber’lerle uğurlandı. O tekbirler, salavatlar sanki o kasetteki ezan sesine teşekkür gibi oldu. Zaten Cem sadece din konusunda sınıfta kalmadı. Ben ilk başlarda Nietzsche’den etkilenmiş isyankâr bir kızdım. O Allah’ı olan bir adamdı. Hiç unutmam bir keresinde ne yaptıysam artık cam kenarına geçmiş, iki elini açmış; “Allah’ım bu kız böyle demek istemiyor n’olur onu affet.” diyordu. Allah’a karşı benim tercümanlığımı yapıyordu. Rengi gitmişti yakarırken... En büyük hayallerinden biri ‘salavat’ı meşhur Don Kazakları Korosu’na çaldırmaktı. Nurlar içinde yatsın. Aynı zamanda iyi bir komünistti Cem. En saygıdeğer komünistti. Bazı komünistlerle karşılaşmak bile istemedim yazdıklarıyla aklımda kalsınlar istedim. O Türkiye’ye dönünce Nâzım Hikmet’in cenazesini ülkeye getirmek istiyordu. Türkiye’ye geldiğimizde kuşatılacağımızı nereden bilebilirdik. Mavi Gözlü Dev filminde Cem’in şarkısını kullanmamış olmamaları içimi burktu. Nâzım Hikmet Vakfı da ayıp ediyor. Cem’den daha iyi yorumlayan çıktı mı Nâzım’ı? Cem’in kadınlardan yana da şansı yoktu. Hiçbirimiz layık olamadık ona. Fakat tek suçlu alkoldür. Cem Karaca gibi bir dev kendini alkolle gömmüştür. İçmediği dönemde Almanya’da iki müzikal birden yapmıştı. Benimle yaşamaya başladıktan sonra alkolü elinin tersiyle kenara itti. Türkiye’ye geldikten sonra yeniden başladı. Burada kendimi suçlu hissediyorum...




HABER

Cem Karaca'nın son sözü 'Allahuekber' oldu
12 Şubat 2016

Anadolu rock müziğinin efsane seslerinden Cem Karaca, ölümünün 12. yılında, ‘Ustalara Saygı' gecesi ile anıldı.

Akatlar Kültür Merkezi'nde düzenlenen programda sanatçı dostları Erol Evgin, Mehmet Soyarslan, Melihat Gülses, Grup Gündoğarken, Can Ceyhun Sümer Karaca'nın eserlerini seslendirdi.

Gecede konuşan Cem Karaca'nın eşi İlkim Karaca, “Çok şarkılar söyledi. Kendi derdini ve başka ülkedeki insanların derdini de kendi derdi gibi bildi. Çok şiirler yazdı, ama son sözü, Allah'ın huzuruna giderken, ‘Allahuekber' oldu.” diye anlattı.

Erol Evgin de, “12 yıl olmuş. Acısı çok taze. Sanki 5 sene olmuş gibi. O taze acının nedeni, çok değerli bir insan olması. Müziğimize çok büyük katkıları olmasıdır. Bir kent ozanı, Türk pop müziğine çok büyük katkısı oldu.” ifadelerini kullandı. ‘Retrobüs' Grubu, sahnede Cem Karaca'nın birebir taklidini yaptı.




HAKKINDA YAZILANLAR

Cem Karaca: Sanat Yapar
Aksiyon SAYI: 480 | 19 Şubat 2004,


Cem Karaca için ölüm, özlem ve korku gelgitlerindeki bir yabancıydı. Geçtiğimiz hafta, merhaba diyerek bu yabancıya, yüzlerini hiç görmediği büyüklerine kavuştu tekbir sesleri eşliğinde. “İnsanlar fikr-i takip olursa yenilenme sürecini yaşarlar” dedi ve fikr-i sabit olanları bırakıldığı yerde otlayan koyunlara benzetti. Çalkantılı yaşamı boyunca ‘dönek’ yaftasına aldırmadan doğru bildiğini yaptı. Manevi ikliminde yaşanan değişimleri eleştirenlere, cevabı hazırdı: “Ben koyu solcuyken de Allah’a inanırdım.”
Müzik çizgisini hiç bozmadı. 59 yaşında, Ermeni bir anne ve Azeri bir babanın ‘Bektaşi meşrep’ mü’min çocuğu, bir CHP üyesi olarak alkışlar yerine tekbir sesleri eşliğinde son yolculuğuna uğurlandı.

Ölüm bana sırıtarak gel, ölümü öp ne olur
Yüzünde o tanıdık riyakârlık
Çünkü nice dost dediklerim sarılıp öptüklerim
Suratlarında aynı eda ve sahtekârlık (Cem Karaca)

“… Ölüm gelecek, geldiği zaman da mutlu olacağım, çünkü onları göreceğim... Ölümden kim korkmaz Allah’ını seversen. Kurbağa bile korkar yahu! Öbür dünyaya gittiğimde yüzlerini bile görmediğim anneannem, babaannem, dedem… hepsini göreceğim.”



Sanatçı ailenin tek çocuğu…

Tiyatrocu Toto-Mehmet Karaca’nın tek çocuğu olan 1945 doğumlu Cem Karaca, kulis havasını soluyarak büyür. İlk şarkılarını 12 yaşındayken sevdiği kızı etkilemek için besteler. Kendisini ilk keşfeden annesi Toto Karaca’dır. 12 yaşındayken annesi onu Erol Büyükburç’un yanına götürür ve 40 yıl sürecek hikaye böyle başlar.

Sanatçının ergenliğine rastlayan 60’lı yıllarda pop müzik birkaç grup tarafından temsil edilmektedir. Yani gerçek anlamda bir pop müzik kültürü henüz yoktur. İlk kez 1962 yılında Fecri Ebcioğlu’nun araladığı aranjman müzik kapısı da yabancı müzikleri Türkçe sözlerle tanıştırır. O yıllarda müzikal bir üretkenlikten söz etmek de mümkün değildir. Cem Karaca’nın içinde bulunduğu müzik türü de bu döneme bir tepki olarak ortaya çıkar. O ve arkadaşları, dışarıdan ithal etmek yerine, sözlerini kendilerinin yazdığı ve toplumsal sorunlara uzak durmayan bir müzik oluştururlar. Müzikal anlamda Batı müziğine göz kırpsalar da beste ve şarkı sözleri memleket kokar. Kendini müzikal anlamda sürekli yenileyen sanatçı hem fikirlerinde hem de sanat yaşamında hep ‘arayış’ içindedir.

Amatör müzik yaşamına ilk olarak Dinamikler ve Jaguarlar adlı müzik gruplarıyla merhaba der. Profesyonel müzik dünyasında boy göstermesi 1967 senesine rastlar. Mehmet Soyaslan, Ahmet Tuzcuoğlu, Timur Fildişi ve Tümay Yalçınkaya ile birlikte kurduğu Apaşlar grubuyla Altın Mikrofon Yarışması’nda ikincilik ödülü kazanır. Karaca, bu ödülü askerde sazdan etkilenerek bestelediği Emrah türküsüne borçludur. Bu ödül Türkiye’de tanınmasını sağlar. Bu dönemde pop müziğinin evrensel formlarına güzel şarkı sözleriyle eşlik eden Resimdeki Gözyaşları gibi hit parçalar çıkar ortaya. Bunun yanında Emrah gibi Anadolu ezgileri pop ve rock müzikle aynı potada buluşur. Böylece şarkılar; sadece aşk, hasret, acı gibi duygulara değil, toplumsal sorunlara da ayna olan bir kılığa bürünür. İnsanoğlunun baskıya karşı verdiği tepkiler şarkılarda hayat bulur. Bu dönemde Karacaoğlan ve Dadaloğlu gibi toplumsal sorunlara eserlerinde yer veren ozanların müzikleri, farklı müzikal yorumlar eklenerek kentteki müzikseverlerle tanıştırılır.

Müzikal arayışları hep devam etti

Apaşlar’ın bir konseri esnasında Cem Karaca seyircilerin arasına girerek şarkısına devam etmek ister. Ancak sıra Mehmet Soyaslan’ın gitar solosundadır. Cem Karaca sinirlenir ve grupla yollarını ayırır. Yıllar sonra Pop Müzik Tarihi kitabının yazarı Naim Dilmener kendisine bu öyküyü sorduğunda olayı doğrular ve Mehmet Soyaslan’a çok büyük haksızlık yaptığını kabul eder. 1969’da basçı Seyhan Karabay ile Kardaşlar grubunu kurar. Anadolu Rock tarzının oluşması da bu döneme rastlar. Artık müzikte sadece şekilsel kaygılar yoktur. Müzik, şekilden ödün vermeden isyanı ve başkaldırıyı anlatmak için kullanılır o dönem. Cem Karaca baskıcı 12 Mart döneminde de bu isyanı sürdüren tek isimdir.

Kardaşlar grubuyla 1972 yılında yolunu ayıran sanatçı, bu sefer de Anadolu Rock’un bir diğer önemli ismi Moğollar’la buluşur. Sanatçı bu dönemde kırsaldan kente göçün yarattığı değerler çatışmasını işleyen parçalar yazar. Moğollar ile çıkardığı Namus Belası adlı albüm çok beğenilir. Albüme adını veren parçada hâlâ işlenen namus cinayetlerini anlatarak önemli bir toplumsal yaranın altını çizer.

Moğollar’dan da ayrılan Karaca müzik yolculuğuna Dervişan adlı grupla devam eder. Tamirci Çırağı, Beni Siz Delirttiniz, Bir Mayıs ve Kavga gibi parçalar bu dönemin sosyal ve politik havasından beslenerek yapılır. Sanatçı her çalışmasında dinleyenlerine bu bozuk düzene karşı durmayı haykırır. Elbette bu dönemde aynı politik çizgiyi sürdüren başka isimler de vardır ama şüphesiz Cem Karaca içlerinde müzikal açıdan en önemli misyonu üstlenir.

Karaca, Dervişan’dan sonra aynı çizgisini, Edirdahan grubuyla da devam ettirir. Grubun tek albümüne adını veren Safinaz isimli parça düzenin ve değer yargılarının insanı layık olmadığı şekilde yargıladığını anlatır. Parça aynı zamanda Türkiye’nin ilk rock operasıdır ve tamamen epik temalarla bezelidir.

Hep Kahır, Yeter Be!!!

1979 yılında yoğun baskılar yüzünden Almanya’ya gider ve sekiz yıl sürecek gurbet yaşamı başlar. 1 Mayıs şarkısından dolayı hakkında açılan dava sanatçıya vatanından uzak sekiz yıla mal olacaktır. Almanya’da sanatçı dostlarıyla Türkiye aleyhine faaliyette bulunduğu iddia edilir ve vatandaşlıktan çıkarılır. Sanatçı Almanya’da da boş durmaz. Almanca öğrenerek derdini, davasını oralarda da anlatır. Almanya’da yaşadıkları şarkılarına da yansır. Hep Kahır, Yarım Porsiyon Aydınlık, Canım Benim, İşte Geldik Gidiyoruz, Almancılar... hep bu dönemin ürünleri. Sanatçı siyasi nedenlerle Almanya’dadır ama kendini ekonomik nedenlerle orada yaşayanlardan farklı görmez. Almanya’da devam eden mücadele günlerini şöyle anlatır: “Onların Türk, Kürt, Çerkez, Laz olup olmadıkları hiç umurumda değildi. Sadece cebinde T.C. pasaportu taşıyan kişilere Almanlar tarafından ikinci sınıf vatandaş muamelesi gösterilmesine karşı tavrımı koydum.” Karaca birkaç tiyatro oyununda Türkçe danışmanlık yapar. Hatta Nezihe Araz’ın yazdığı, Dilek Türker’in oynadığı Sevdican adlı oyunun müziklerini de yapar. Afişlere Cem Karaca yazılamayacağı için, adı Muhtar Cemalettin olarak yazılır. Gurbette yaşamak Karaca’ya çok ağır gelir. Türkiye’den gelen dostlarıyla sürekli görüşür, eğlenceler tertip eder ama bunlar ona yetmemektedir. Günün birinde bir camiye gider. Ezan sesinden ve camideki atmosferden çok fazla etkilenir ve uhrevi duyguları yoğunlaşır.

Gorbaçov’la mı görüşecektim!

1987 yılında dönemin başbakanı Turgut Özal’ın Almanya ziyareti sırasında kendisiyle görüşerek yurda dönmek konusunda yardım ister. Özal’ın yardımıyla 27 Haziran 1987’de bu arzusu gerçekleşir ve vatandaşlığa kabul edilir. Bu görüşmeden sonra kulaktan kulağa Karaca’nın Özal’ın ve eşi Semra Hanım’ın elini öperek af dilediği konuşulur. Fakat Cem Karaca’nın anlatımı farklıdır. “Ben Turgut Özal ile tanıştım ve tokalaştım. Gözlerindeki samimiyeti gördüm. Beni Türkiye’ye döndürmek konusundaki inancına yürekten inandım. Yoksa ben onun elini öptüğüm için Türkiye’ye dönmedim.” Bazıları ise Özal’la görüşmesinden bile rahatsız olur. Yanıtı nettir: “Ben Türkiye’ye gelmek istiyordum. Gorbaçov ile mi görüşecektim.”

Bu dönüşün ardından Cem Karaca’daki değişimler bazı tartışmaları da doğurur. Aslında pratik anlamda hayatında fazla bir şey değişmese bile nasılsın sorusuna verdiği, ‘Hamdolsun, iyiyim’ cevabı bile tepki çeker. Bu, sanatçıyı 1979’da Almanya’ya uğurlayanları rahatsız eder ve Karaca döneklikle suçlanır. En yakın arkadaşları tarafından ikaz edilir. Ondan beklenen Sosyal Halkçı Parti iktidara gelene kadar Almanya’da kalmasıdır ama sanatçı bunu reddetmiştir: “Sanki onlar orada kaldı. Özlemi onlar çekti. Ateş düştüğü yeri yakar.” Bu yeni döneminde eski kucaklayanlarından eleştiri alan sanatçı, kendisine dönek diyenlere en güzel cevabı en etkili silahı olan şarkılarıyla verir: “Ben döneksem döndüm diye memlekete / Döndüm baba, döndüm işte, oh be!”

Fethullah Gülen’in ‘nikah şahidi’ olmasını istedi...

Karaca, 8 yıllık hasretin ardından eski çevresinde müzik yaşamını sürdürür. Almanya’da ruhunda oluşan kıvılcımları paylaşabileceği kimseler yoktur etrafında. 29 Haziran 1994’te Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın düzenlediği Diyalog Gecesine katılarak Fethullah Gülen ile tanışır. Bu tanışma anıyla ilgili sarf ettiği “El sıkıştığım insanların biftek gibi ellerini elimin içine bırakmasından hiç hoşlanmam. Ama Hocaefendi’nin ellerimi sımsıkı tutması beni çok etkiledi. Konuşurken gözlerini benden hiç kaçırmadı ve böyle bir insan geçmişinde utanılacak bir şey yapmış olamaz diye düşündüm ” sözleri hâlâ hafızalarda.

Ölümünden bir hafta önce Aktüel Dergisi’ne verdiği son röportajında Fethullah Gülen için “Türk kültürüne milli eğitim bakanlığından daha fazla katkıda bulunan kişi” nitelemesinde bulunuyor. Sağlığına dikkat etmediğini de bu söyleşiden öğreniyoruz.

Fon Müzik Yapım Müdürü Gürkan Vural’a göre Karaca’yı asıl etkileyen, isminin sonunda hoca lakabı olan ve dini çok iyi yaşadığına inandığı birinin Cem Karaca gibi kendini solda tanımlayan bir isme bu kadar samimi davranmasıydı. Hocaefendi ile birkaç yıl sonra Hakan Şükür’ün düğününde tekrar karşılaşırlar. Protokole doğru ilerleyen Gülen, Cem Karaca’yı görünce geri dönerek ‘Dostum nasılsınız?’ der ve onu kolundan tutarak protokole götürür, yanına oturtur. Bu olaydan sonra Karaca, vakfın her organizasyonuna katılır. Arkadaşlarından gelen tepkiler de devam eder. Üyesi olduğu Nazım Hikmet Vakfı’nın Nazım’ın mezarına düzenlediği geziye davet edilmez. Bunun üzerine “Ben de Nazımımın mezarına Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile gideceğim” der. Bir defasında da bir cenaze namazında duaya iştirak ettiği için Nazım Hikmet’i anma gecesine çağrılmaz. Arkadaşlarına kırılsa bile yine de onları anlamaya çalışır. ‘Onların geçtiği yollardan ben de geçtim. Onların, yaşadıklarımı yaşamadan beni anlamalarını beklemiyorum.”

İnançlı solcu olamaz mı?

Vural, Cem Karaca’nın yaşadıkları için değişim kelimesinin doğru bir ifade olmayacağını belirtiyor ve ekliyor: “O hep Allah’a inanan bir insandı. Sadece son 6-7 yılda manevi hayatında bazı değişiklikler oldu ama bunlar gereğinden fazla abartıldı. ‘İyiyim hamdolsun’ dediği için hayatını ibadet-ü taat ile geçiren bir insan olduğu düşünüldü. Halbuki o sol çizgisinden asla vazgeçmedi. Fakat arkadaşları sol düşünceli bir CHP’linin elinde tespih görmeye dayanamadılar.”

Cem Karaca’nın tespihe özel bir ilgisi vardı. Dilinde bir zikir olmasa bile elinden tespihi bırakmazdı. Özellikle sahneye çıkmadan evvel belli sayıda Besmele ve Allah zikri çekerdi. Boynunda gümüş bir zincire takılı Hz. Ali’nin portresini ve kılıcını taşırdı. Sanatçının çok renkli hayatını ve hoşgörüsünü evinde de hissetmek mümkündü. Vural’a göre sanatçının hayatındaki en önemli değişim son eşi İlkim Karaca’dır. Sanatçı, eşi için “O benim hem eşim, hem annem, hem sevgilim hem de kardeşim” diyor. Annesi Ermeni, babası Azeri olan Karaca’nın eşi de Sünni bir anne ve Alevi bir babanın kızı. Ama evlerinde bu farklılıklar asla sorun olmamış. Küçüklüğünde umreye giden eşi İlkim’in anlattıklarından etkilenen sanatçı umreye gitmek ister ancak nasip olmaz. Evinin duvarında Atatürk, İnönü ve Ruhi Su’nun fotoğraflarıyla birlikte Şeyh Şamil biblosunu ve Fethullah Gülen ile çektirdiği fotoğrafı görmek mümkün. Şüphesiz farklı iklimleri yüreğinde barındırmasıyla bir solcunun da inançlı olabileceğini gösterir. Özellikle ‘Bindik Bir Alâmete Gidiyoruz Kıyamete’ adlı albümünden sonra halk konserlerine sağcı kesimler de ilgi göstermeye başlar. Gurbette olan Hocaefendi ile gönül bağları aradaki mesafelere rağmen devam eder. Birbirlerine mektup ve hediye gönderirler. Bu hediyeler arasında Cem Karaca’nın babasının ölürken bile elinden bırakmadığı tesbih tesbih de vardır. Gelemeyeceğini bilmesine rağmen Hocaefendi’den nikah şahidi olmasını ister: “Gelemeyeceğini biliyorum ama ben teklif etmiş olayım. O da beni reddetsin. Yoksa ruhumda bir eksiklik hissederim”

Özellikle Hep Kahır albümünden sonraki Anadolu turnelerinde Karaca ile vakit geçirme imkanı bulan Varol, Karaca için, “Tam bir deniz âşığıydı. 40 ton yük taşıtın, 20 konsere çıksın, yorgunluktan ölse bile 20 dakika deniz kenarına bırakın, bir 20 konser daha yapardı. Bulutların şekline göre hava tahmini yapardı. Rüzgara göre denizdeki balıkları tahmin ederdi” diyor. Ve ekliyor: “Turnelere otobüsle giderdik. Yol boyunca asla uyumaz, sürekli sohbet ederdi. Gerçekten çok kültürlü bir insandı. Bünyemiz uykusuzluğa yenik düştüğü zamanlarda diğer sanatçı arkadaşlarımızla paslaşarak onunla sabahlardık.”


NE DEDİLER?

Naim Dilmener: Müzik dünyası için sadece şarkılarla mücadele vermedi. Prodüktörlerin her dediğini dinlemeyerek piyasada yapıcı bir rol de üstlendi. Hep doğru bildiğini yaptı. Piyasaya ilk çıktığı yıllarda halkın sorunlarını işleyen şarkılar dinleniyordu. Ama o aynı geleneği bugün de sürdürüyorsa bu onun samimiyetini gösterir. Kendi içinde tutarlı olan ender müzisyenlerden biriydi. Bence politik olarak da başından sonuna kadar tutarlı bir insandı. Ama dini inançlarını değişmesi çok insanî bir durum.

Haluk Levent: 1970’lerde Türkiye’de aranjman müzikleri öndeydi. Her şeyden kendimizi sakınırdık. Özellikle de kendimize olan güvenimizden. Cem Karaca adı da tam bu noktada ortaya çıkıyor. Kendimizden ve kendi müziğimizden utanmamamız gerektiğini bize öğretti. Bizim şarkılarımızı ve ritmlerimizi en güzel şekilde kullandı. Bugün Tarkan ve Sertap başarılıysalar bu biraz da geçmişe ve kendimize olan güvenimizden kaynaklanıyor.

Erol Büyükburç: Cem Karaca ile bir kader birliğimiz oldu. Benim Robert Koleji’ndeki bir konserimde kulise annesiyle birlikte geldi ve bir takım tavsiyelerim oldu. Cem bunun da ötesine geçti. O Türkiye’de konuşan insan profilinin en güzel örneklerinden biri oldu. Başkaldırı olarak nitelendiriliyor ama bu kaba bir ifade. Her doğrunun başkaldırı olarak adlandırılması kabul edilemez. Bugün onun yolundan gitmek isteyenler önce Cem Karaca’yı bir doktora tezi gibi incelemeli.

Özdemir Erdoğan: 1980’den sonra yeni bir pop kültürü yaratmak için, entelektüel, bu ülke için çalışan, sadece şarkılarıyla değil duruşuyla da bu memlekete katkıda bulunan bir kuşağın ipi çekildi. Yeni bir pop kültür yaratılmaya çalışılıyor.







www.biyografi.net (Binlerce Biyografi)